Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ÖĞÜTLER XXXV

“Anne Selahaddinler neden hâlâ Kudüs'ü kurtarmadı kötü adamlardan?” (M.T. / 31.08.2024) Sevgili oğlum, nice zamandır cevabını bilmediğim, cevap veremediğim sorular; zor sorular soruyorsun. Koca koca adamların cevaplayamadığı, dayanamadığı sorular… Ve yine zor bir soru. Korkarım çok uzakta beklediğimiz Selahaddin… Kudüs’ü soruyorsun, evet korkarım bizden sorulacak Kudüs… Biz olmazsak, biz koşmazsak, biz yorulmazsak, biz olmazsak kimse olmayacak… Biz cevap bulamazsak, kimse cevaplayamayacak. Cevaplayamadığım soruların için dua ediyorum. Çocukluğumun, gençliğimin kâbusu İsrail senin de çocukluğunun ve gençliğinin kâbusu olmasın diye dua ediyorum. Ömrümün duası, rüyası Filistin senin de ömrünün duası, rüyası olsun diye dua ediyorum. Sen benim gibi özleme Kudüs’ü; istediğin zaman kalkıp gidebil diye dua ediyorum. Dilerim ki sen bu satırları okurken/okuyabilirken tebessümle oku; çoktan fethedilmiş olsun Kudüs, kalk şükür namazı kıl... Kalk ve Kudüs’e git, iki rekât da orada kıl. Ze...

Kudüs'ü Özledim

Kudüs’ü özledim Rabbim! Peygamberimin ‘Mescid-i Aksa’ya gidin!’ hadisini duydukça daha da özledim. Yüzlerce yıllık kutsal Yahudi postallarıyla çiğnendikçe daha da, ümmet ‘hiçbir şey yapamama yükü’nün altında ezildikçe daha da, Burak Duvarı ‘Ağlama Duvarı’ denilip incindikçe daha da ve Kudüs’ün çocukları haksızca incitildikçe daha da çok özledim. Mücahidlik, murabıtlık sırası küçücük çocuklara geldikçe daha da ve küçücük çocuklar ‘şehit’ oldukça daha da çok özledim. Yüreğimi intifadaca bir öfke sardı da daha çok özledim. Kudüs’e gitmek istiyorum Rabbim! Payıma sadece özlemek düşmesin istiyorum. Sınır tanımamak, sınırları da tanımamak; gitmek istiyorum. Sokaklarını adımlamak istiyorum. Helalleşmek istiyorum her bir köşe başıyla, konuşmak istiyorum her bir taşıyla. Zeytindağı’ndan şehre bakmak ve af dilemek istiyorum her bir karışından... Hıtta kapısından boyun eğerek, af dileyerek avluya girmek istiyorum. Mescid-i Aksa’da her bir mescidde saf tutmak istiyorum. Her vakit kıyama k...

-Hoş değil nahoş sadâ-

Bir çocuktan öteymiş bir çocuk Ve çocuk değilmiş bazı çocuklar... Hiç de küçük değilmiş iki haneye varamayan yaşları. Doğdum diyemeden, ismini söyleyemeden, büyümeyi hayal bile edemeden ölürmüş bazı çocuklar. Kimi çocuklar mücahid olarak, şehit olarak doğarmış. Kimileri pamuklara sarılırken kimileri bir kefene bile sarılamazmış… Kimi çocuklar büyümeden ‘ölüm’ ne demek, ‘ölmek’ ne demek öğrenemezken, kimileri ölümlerin içine doğarmış. Tamamlanacak hikâyeleri yokmuş onların. Kimi çocukların korkunç kâbusları, kimilerinin gündelik acılarıymış. Kimi çocuklar oyuncak silah bile bilmezken; kurşunların, bombaların en gerçekleriyle zamansızca, acımasızca tanışırmış bazıları. Çocuklarımızdan sakladığımız, kendimiz bile bakmaya dayanamadığımız görüntülerin orta yerinde kalıverirmiş bazı çocuklar. Ne acılar sığarmış küçücük avuçlarına, minik kalplerine… Nice büyüklerin taşıyamadığı ağır yükleri taşıyabilirmiş bazı çocuklar. Kimi çocuklar sırt çantasında oyuncaklarını, kitaplarını; legoları...
Sadace bir karpuz değilmiş bir karpuz. Yalnızca bir sapan taşı değilmiş bir sapan taşı. Bir çocuktan öteymiş bir çocuk. Yalnızca bir Kubbe değilmiş bir Kubbe. Ve yalnızca bir şehir değilmiş bir şehir. Hatırlattı her karpuz; Gazze, Kudüs, Mescid-i Aksa! Burası bize Rabbimizin emri, peygamberimizin emaneti; siz kimsiniz de bizi buradan uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz? İnandığımız bir şeyi savunmak için sizin izninize ihtiyacımız yok. Bizi durduramazsınız, yıldıramazsınız, engellemeyezsiniz, yok edemezsiniz. “Müslümanlar gerektiğinde Bedir ordusu gibi bir ordu olmaya hazır!” diye bağırdı o sapan taşları. Biz Bedir’e inanıyoruz. Biz az’ları çok kılana, gücün asıl sahibi olana iman ediyoruz. Biz hepimiz elindeki taşla Calut’u yere serecek Davud’uz. Atacağımız bir taşla gelecek olan hükümranlığa inanıyoruz. İçimizden birinin atacağı bir taşla sonunuzun geleceğine inanıyoruz. Yiğitlik ve cesaret, izzet ve vakar nasıl olurmuş, gösterdi o çocuklar. Siz korkaksınız! Siz ancak okulları, iba...

ÖĞÜTLER XXXIV

Sevgili oğlum. Rabbimden nimet olarak, ikram olarak geldiğine iman ettiğim o kıymetli hediyenin, emanetin 4 yılı geride kalmak üzere… Yani gelişinin dördüncü yılı… Bütün kimliklerin üzerinde, alınabilecek bütün ünvanların ötesinde, bütün sıfatları gölgede bırakacak anneliğimin dördüncü yılı demek bu... Annelik… Bir yandan dünyayı sallayabilecek bir güce sahip olduğumu düşünürken bir yandan da sadece bir ‘emanetçi’ olduğumu bilmek... Bir yandan saç baş ağartan, bel büken bir sorumlulukken diğer yandan da sadece narin bir çiçeğe bir ‘bahçıvan’ olduğunu bilmek… Narin bir çiçeği ellerinle büyütmek… An an gün gün başını beklemek, gece gündüz izlemek, mevsim mevsim keşfetmek, damla damla beslemek… Sevgili oğlum. Candan içeri bir parçanın elle tutulur, gözle görülür olması; an an, izlenip gün gün büyümesi ne başka bir duyguymuş meğer. Üzülecek olsam ne kadar gizlemeye çalışsam da hissedişin, ağlayacak olsam gözyaşlarımı silişin, bir an tembellik yapacak olsam izin vermeyişin, elimden ...
Hayır, orası İsrail değil Filistin! İsrail meşru değil, devlet değil, terörizmden öte bir şey değil… 1896'da hikayesi yazılmış, 1898'de temelleri atılmış, 1948'de Nakba'nın acıları üzerine kurulmuş ve bugün hâlâ haksızca ayakta tutulmaya çalışılan terör yuvası, zulüm abidesi. Hayır, orası Tapınak Tepesi değil Mescid-i Aksa! İsra'dan Miraç'tan beri... Yermuk'ten Hıttin'den beri... Osmanlı boyunca ve bugün de hâlâ Mescid-i Aksa. Yaksanız da yıksanız da engelleseniz de orası Mescid-i Aksa. Ve bu gerçek hiçbir zaman değişmeyecek, hiç kimse değiştiremeyecek. Hayır, orası Ağlama Duvarı değil Burak Duvarı! Üstelik o duvar sizin için hiçbir anlam ifade etmezken, çoğunuz dünyanın dört bir yanında varlığından bihaberken size acıyıp orada ibadet etme izni veren bizim dedemiz, Kanuni. Ve evet siz yokken biz vardık. Hayır, orası Tel Aviv değil, Yafa! Ve Yafa Tel Aviv’in bir mahallesi hiç değil. Olsa olsa Tel Aviv Yafa’nın bir mahallesi… Dünyanın dört bir ...

BEN

Abid değilim. Bazı zamanlar samimi tövbelerim, damla damla gözyaşlarım; bazı zamanlar zor vakit ayırdığım farzlarım, aksattığım nafilelerim var. Bazen avuç dolusu içten dualarım var ama çoğu zaman içi bomboş avuçlarımın… Gece karanlıklarında gözyaşlarımın şahidi bir seccadem yok. Zahid değilim, dünya ile arama mesafe koyabilir miyim, önüme serilen dünyalıkları tereddüt etmeden reddedebilir miyim emin değilim. Yüreğimi tertemiz tutabilir miyim, dünyayı ucundan tutarak yaşayabilir miyim; gerekirse her şeyden, herkesten kaçıp bir mağaraya sığınabilir miyim bilmiyorum. Mücahid değilim. Sadece içimin savaşlarını bilirim. Ve en çok içimin savaşlarında mücadeledeyim. Bazen koşa koşa, bazen adım adım; bazen düşe kalka... Yaşamak istediğimi yaşayamıyorum çoğu zaman. Yoğunluklarım, yorgunluklarım koşturmalarıma galebe çalıyor. Menzile doğru sefirim ama varışı görememek umutlarımı yıkıyor, yıldırıyor beni. Âlim hiç değilim, bildiklerim çok azı bilmediklerimin. Hep eksik… Aktivist değilim m...
İtiraf ediyorum, artık bakmıyorum fotoğraflara. Videoları izleyemiyorum. Haberleri de takip edemiyorum. Elini tutamadığım, başını okşayamadığım, gözünün yaşını silemediğim çocukları acı içinde görmeye tahammül edemiyorum artık. Alışmak istemiyorum. An an, gün gün izleyip çölleşmiş vicdanla, hissizleşmiş kalple yaşamaya devam etmek istemiyorum. İtiraf ediyorum, o çocukları görmeye dayanamadığımdan bakmıyorum artık. O manzaralara yalnızca şahit olmayı kaldıramıyorum. Minik ceset görmeye dayanamıyorum. Çığlıklardan, hıçkırıklardan, acı dolu haykırışlardan utanıyorum. O mazlum, masum çocukların korku dolu, mahzun bakışlarını unutamıyorum. Kadrajlara sığmayan hüzünleri düşünmek istemiyorum. Bir çiçeğe, bir böceğe dahi kıyamazken biz… Çocuklar nasıl ölür? Bir çocuk nasıl öldürülür? Anlayamıyorum ben. Gözyaşlarım akmasa da hıçkıra hıçkıra ağlıyor bir yanım… Hem onca acıya şahit olup hem de geceleri rahat rahat uyur olmak istemiyorum. “Şehit olmaya yaş sınırı getirilsin…” demiştim nice za...

Balkanlar Tefekkürleri - IV

Hırvatlar, Sırplar, Boşnaklar, Arnavutlar, Türkler… bütün bu uluslar farklı oranlarda dağılmış bölgedeki ülkelere… Herkes aynıysa ve herkes her yerdeyse neden bu kadar çok bayrak, bu kadar çok başkent, bu kadar çok ülke!? Dün Osmanlı’yı paylaşma planları yapanlar, bugün Ortadoğu’yu karıştıranlar, yarınlar için pusuda bekleyenler; Balkanlarda da insanı insana düşman etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar, huzuru bozmuşlar. Yönetmek için bölmüşler, parçalamışlar. Makedonya’da komşu komşuya düşman olmuş. Üsküp’te bir köprüyle ikiye bölmüşler şehri… Bir tarafın düşman bildiğini diğer taraf kahraman bellemiş. Bosna’da üçlü başkanlık demişler; üç kaynaktan tek ses çıkmayınca başa geçip yönetir olmuşlar. Asimile etmemiş, dünya görüşünü veya dinini dayatmamış Osmanlı’nın bir şekilde bölgeden çekilmesinin ardından bölgede yaşamaya devam etmek isteyen halklar, bugün ortak bir payda veya uzlaşı zemini olmadan; saygı gibi, huzur gibi, güven gibi değerler olmadan bir arada yaşamaya çalış...

ÖĞÜTLER XXXIII

Sevgili oğlum, çiçek kızım; zor iş ‘yaşamak’ dediğin… Sınanmaktır yaşamak; Yazın sıcakla, kışın soğukla; bazen hastalıkla, yolda yorgunlukla; akta karayla, gülde dikenle... Geçirdiğimiz her an, yaşadığımız her olay; tanıştığımız herkes, karşılaştığımız her insan biraz imtihan… Sınanacaksın; bazen sabredeceksin, bazen şükredeceksin. Bazen şükürden bazen sabırdan imtihan olacaksın. Sınavda olduğunu hiç unutmayacaksın; nihayetinde muhakkak kazanacaksın. Yorulmaktır yaşamak; yol alacaksın, yol açacaksın, yol boyu yorulacaksın. Başka kimse olmasa da sen ardına bakmayacaksın; öncü olacaksın, önde/r olacaksın. Ayağın da kayabilir bazen; düşeceksin, kalkacaksın, daha da hızlanacaksın. Darda olana uzanacak elin, zora dayanacak bileğin, imdada koşacaksın. Yaşadığın sürece adım atacaksın; bazen yavaş bazen hızlı; nihayetinde menzile muhakkak varacaksın. Konuşmaktır yaşamak; Çoğu zaman dilin susacak; bazen gözlerinle bazen yüreğinle konuşacaksın. Bazen halin konuşacak sen tek kelime etm...

Balkanlar Tefekkürleri - III

Ah Bosna! Kitaplarda okuduğumuz, marşlarda duyduğumuz Bosna… Ve kitaplarını okuduğumuz, hep saygı duyduğumuz Aliya… Hani bazen uzaktan; tanımadan, görmeden seversin de görüp tanıyınca tılsımı bozulur ya… Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in ülkesi de okuduğum kitaplarda, düşlerimde daha güzeldi sanki. Bizden bildiğimiz, bizim bildiğimiz Bosna şehirlerinin sokaklarında da Belgrad sokaklarının soğukluğunu, yabancılığını hissettim yer yer. Yer yer hüzünlendim, yer yer öfkelendim, yer yer hayret ettim. Saraybosna… Biraz Osmanlı’dan, biraz Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan ve biraz da Yugoslavya’dan ortaya karışık bir şehir. Sadece bir adımla değişiyor manzaranın çehresi. Kafanı o yandan bu yana çevirince bambaşka bir görüntü… Avusturya mimarisi binaların arasından geçip köşeyi dönünce tam karşıda Osmanlı’dan kalma Anadolu mimarisi... Bir tarafta Basçarşı sebiliyle, Gazi Hüsrev Bey Camiiyle, Gazi Hüsrev Bey Medresesiyle; diğer tarafta Katolik Katedraliyle, Tito'nun sönmeyen ateşiyle...

Balkanlar Tefekkürleri - II

Değil mi ki yola iki niyetle çıkarız: 1) Şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi, ve Mescid-i Aksa. (Müslim, Hac, 511) 2) Onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin âkıbet¬lerinin nasıl olduğuna ibretle bakmazlar mı? (Rum Suresi/9.ayet) Bir nice zaman oldu Mescid-i Haram’a varamayalı, Mescid-i Nebi’yi selamlamayalı ama derler ki: “çağırmadan gidilmez.” Tekrar tekrar gelebilme duası etmiştik Kâbe’nin eteklerinde, ravzanın yeşil halısının üzerinde. Kabulünü bekliyoruz. Mescid-i Aksa ise zeytin ağaçlarının gölgesinde kıldığımız o son namazdan sonra ‘en kısa zamanda tekrar gelmek üzere’ ayrılmamıza rağmen ‘en uzak mescid’ olarak kaldı ismiyle müsemma. Tam üç kez yola çıktık da yolda kaldık; varmak nasip olmadı. Emine Çınar hocamın, “Nice gidemeyenler var ki gidenlerden daha çok gitmiş gibiler.” sözü -muhtemelen tekrar gidene kadar iyileşemeyecek- yarama merhem; ara ara kanadıkça sürdüğüm… “Yeryüzünde gezin dolaşın; öncekilerin akıbetinden ibret al...

Balkanlar Tefekkürleri - I

6 ülkeye(Sırbistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk, Makedonya, Kosova) diye yola çıkarken ilden/şehirden bozma, çizilen yapmacık çizgilerle, aralara konulan yapay hudutlarla, göstermelik bir başkent ilan edilip ve bir de sözde bayrak çizilip 'ülke' süsü verilmiş diyarları göreceğimi bilmiyordum. Ben yollar aşıp, saatler gidip şehirler-sınırlar geçip Balkanlar'a giderken bu gidişin bu denli 'ecdadın ayak izlerini izlemek' olduğunu bilmiyordum. Başka bir ülkeye değil de memleketime gitmiş gibi, Karadeniz'e gelmiş gibi hissedeceğimi bilmiyordum. Sınırların ne kadar yapay ve yapmacık olduğunu sadece yer şekillerinin bile bu kadar ele verebileceğini bilmiyordum. Balkan milletlerini görmeyi beklerken köklerinden koparılmış, kandırılmış, araya ekilen fitnelerle birbirine düşürülmüş insanları; bir şekilde birbirine düşman edilmiş, 'millet' olamamış halkları göreceğimi bilmiyordum. İmam Şafiî'nin "Bir yer bir kez İslam toprağı oldu mu kıyamete kadar...

Filistin Davamız

Biz boykot ede ede ve meydanlarda bağıra bağıra büyürken ve yarınlara dair umut doluyken, 'bizden önceki nesil göremedi ama bizim nesil kesin görecek' derken o günleri... Ve Mescid-i Aksa'nın avlusunda şükür secdesi kılacağımız günün hayallerini kurup tasvirlerini anlatıp dururken... Çocuktuk. Daha çocuktuk ama Filistin davası davamızdı. Zaferi bizden öncekiler göremediyse de biz görecektik ya işte... Kudüs'ü bir dava biliyorduk. Mescid-i Aksa'ya hasret büyüyorduk. Meydanlarda bağırıyorduk. Dua ediyorduk. Kendi bayrağımız gibi sever sahiplenirdik Filistin bayrağını da; şeklini tasarlayanın bir İngiliz olduğunu bilmediğimizden masumca, gönül rahatlığıyla... Yürüyüşlere katılır, flamalar takar bayrak sallar, özgürlük ezgileri söylerdik bağıra bağıra. Biz de şehadet türküleri mırıldanırdık anlamını bilse de manasını bilmeyen hallerimizle. 'Kardan aydınlık' beklerdik daha o yıllardan... Boykot da ediyorduk... O marka kolayı hiç içmezdik de içirmezdik de me...