Değil mi ki yola iki niyetle çıkarız:
1) Şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi, ve Mescid-i Aksa. (Müslim, Hac, 511)
2) Onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin âkıbet¬lerinin nasıl olduğuna ibretle bakmazlar mı? (Rum Suresi/9.ayet)
Bir nice zaman oldu Mescid-i Haram’a varamayalı, Mescid-i Nebi’yi selamlamayalı ama derler ki: “çağırmadan gidilmez.” Tekrar tekrar gelebilme duası etmiştik Kâbe’nin eteklerinde, ravzanın yeşil halısının üzerinde. Kabulünü bekliyoruz.
Mescid-i Aksa ise zeytin ağaçlarının gölgesinde kıldığımız o son namazdan sonra ‘en kısa zamanda tekrar gelmek üzere’ ayrılmamıza rağmen ‘en uzak mescid’ olarak kaldı ismiyle müsemma. Tam üç kez yola çıktık da yolda kaldık; varmak nasip olmadı. Emine Çınar hocamın, “Nice gidemeyenler var ki gidenlerden daha çok gitmiş gibiler.” sözü -muhtemelen tekrar gidene kadar iyileşemeyecek- yarama merhem; ara ara kanadıkça sürdüğüm…
“Yeryüzünde gezin dolaşın; öncekilerin akıbetinden ibret alın.” “Yeryüzünde gezin dolaşın, Allah’ın yaratmasına bir bakın.” öğütlerini azık olarak alıp çıktık yola. Kanatlarımız olmasa da uçmamıza izin verene, yeryüzünü sınır çizmeden ayaklarımızın altına serene, yeşiliyle mavisiyle yollarımızı süsleyene hamd ile…
İlk durak 'Beo-grad’dı; beyaz şehir... Çok sular akmış, Tuna nehri de öyle akmam falan dememiş akmış. Osmanlı zamanından, Kanuni’nin Belgrad’ından pek de eser kalmamış. 35 camiiden yalnızca biri yıkılmamış. Şirazesi kopmuş bir tesbih gibi dağılınca Osmanlı, Belgrad’da da semalar ezan sesine hasret kalmış. Bu yaşıma değin ilk kez ezan sesini özledim, bekledim. Bir yandan ezan sesine hasret çekerken bir yandan da görüntüde İstanbul’dan, Antalya’dan pek de fark olmayışına hayret ettim. Giyim, kuşam, yaşam… Zaten dükkânlar, tezgahlar bile Bosna’nın kulpsuz fincan takımları, Ohrid’in incileri hariç Eminönü’nden, Hamamönü’nden farksızdı Balkanlar boyunca. Her şey bu kadar benzer olsa da elde var; yıkılmış bir devlet, başsız kalıp parçalanmış; birbirine yabancılaşmakla kalmamış düşmanlaşmış bir millet. “Toprak kaybetmek, savaşta yenilmek…” yazılıp okunduğu gibi kolay olmasa gerek… Vazgeçmek, terk etmek, çekilip gitmek, 'anahtarları teslim etmek' hiç de kolay olmasa gerek... Bir zamanlar hamisi olduğumuzu bildiğimiz topraklarda yalnızca 'turist' ya da yalnızca 'misafir' olmak da hiç kolay değil.
“Nasıl dağılmış koskoca Osmanlı, bu topraklar nasıl kaybedilmiş?” diye düşündüm yollar boyunca. İbni Haldun “Medeniyetler/devletler doğar, büyür, yaşlanır ve çöker” diyor; her devletin/her medeniyetin muhakkak bir sonu olduğunu söylüyordu. Gazali de “Devletin temeli dindir, din zayıflarsa/yok olursa devlet de yok olur” diyordu.
Osmanlı yok olduğu için mi bu topraklarda din elden gitti yoksa din elden gittiği için mi Osmanlı yok oldu?
Peki bugün İstanbul’un, Türkiye’nin hali!?...
Yarınlara dair umutlarım sarsıldı, korkularım çoğaldı.
(*Fotoğraf: Belgrad'da Kalemeydan Parkı'nda bulunan, Osmanlı’nın, 6 Nisan 1876 tarihinde Belgrad, Smederevo, Šabac ve Kladovo kalelerinin anahtarlarını Sırplara teslim etmesini tasvir eden anıt.)
1) Şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi, ve Mescid-i Aksa. (Müslim, Hac, 511)
2) Onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin âkıbet¬lerinin nasıl olduğuna ibretle bakmazlar mı? (Rum Suresi/9.ayet)
Bir nice zaman oldu Mescid-i Haram’a varamayalı, Mescid-i Nebi’yi selamlamayalı ama derler ki: “çağırmadan gidilmez.” Tekrar tekrar gelebilme duası etmiştik Kâbe’nin eteklerinde, ravzanın yeşil halısının üzerinde. Kabulünü bekliyoruz.
Mescid-i Aksa ise zeytin ağaçlarının gölgesinde kıldığımız o son namazdan sonra ‘en kısa zamanda tekrar gelmek üzere’ ayrılmamıza rağmen ‘en uzak mescid’ olarak kaldı ismiyle müsemma. Tam üç kez yola çıktık da yolda kaldık; varmak nasip olmadı. Emine Çınar hocamın, “Nice gidemeyenler var ki gidenlerden daha çok gitmiş gibiler.” sözü -muhtemelen tekrar gidene kadar iyileşemeyecek- yarama merhem; ara ara kanadıkça sürdüğüm…
“Yeryüzünde gezin dolaşın; öncekilerin akıbetinden ibret alın.” “Yeryüzünde gezin dolaşın, Allah’ın yaratmasına bir bakın.” öğütlerini azık olarak alıp çıktık yola. Kanatlarımız olmasa da uçmamıza izin verene, yeryüzünü sınır çizmeden ayaklarımızın altına serene, yeşiliyle mavisiyle yollarımızı süsleyene hamd ile…
İlk durak 'Beo-grad’dı; beyaz şehir... Çok sular akmış, Tuna nehri de öyle akmam falan dememiş akmış. Osmanlı zamanından, Kanuni’nin Belgrad’ından pek de eser kalmamış. 35 camiiden yalnızca biri yıkılmamış. Şirazesi kopmuş bir tesbih gibi dağılınca Osmanlı, Belgrad’da da semalar ezan sesine hasret kalmış. Bu yaşıma değin ilk kez ezan sesini özledim, bekledim. Bir yandan ezan sesine hasret çekerken bir yandan da görüntüde İstanbul’dan, Antalya’dan pek de fark olmayışına hayret ettim. Giyim, kuşam, yaşam… Zaten dükkânlar, tezgahlar bile Bosna’nın kulpsuz fincan takımları, Ohrid’in incileri hariç Eminönü’nden, Hamamönü’nden farksızdı Balkanlar boyunca. Her şey bu kadar benzer olsa da elde var; yıkılmış bir devlet, başsız kalıp parçalanmış; birbirine yabancılaşmakla kalmamış düşmanlaşmış bir millet. “Toprak kaybetmek, savaşta yenilmek…” yazılıp okunduğu gibi kolay olmasa gerek… Vazgeçmek, terk etmek, çekilip gitmek, 'anahtarları teslim etmek' hiç de kolay olmasa gerek... Bir zamanlar hamisi olduğumuzu bildiğimiz topraklarda yalnızca 'turist' ya da yalnızca 'misafir' olmak da hiç kolay değil.
“Nasıl dağılmış koskoca Osmanlı, bu topraklar nasıl kaybedilmiş?” diye düşündüm yollar boyunca. İbni Haldun “Medeniyetler/devletler doğar, büyür, yaşlanır ve çöker” diyor; her devletin/her medeniyetin muhakkak bir sonu olduğunu söylüyordu. Gazali de “Devletin temeli dindir, din zayıflarsa/yok olursa devlet de yok olur” diyordu.
Osmanlı yok olduğu için mi bu topraklarda din elden gitti yoksa din elden gittiği için mi Osmanlı yok oldu?
Peki bugün İstanbul’un, Türkiye’nin hali!?...
Yarınlara dair umutlarım sarsıldı, korkularım çoğaldı.
(*Fotoğraf: Belgrad'da Kalemeydan Parkı'nda bulunan, Osmanlı’nın, 6 Nisan 1876 tarihinde Belgrad, Smederevo, Šabac ve Kladovo kalelerinin anahtarlarını Sırplara teslim etmesini tasvir eden anıt.)
Yorumlar
Yorum Gönder