Ana içeriğe atla

Balkanlar Tefekkürleri - IV


Hırvatlar, Sırplar, Boşnaklar, Arnavutlar, Türkler… bütün bu uluslar farklı oranlarda dağılmış bölgedeki ülkelere… Herkes aynıysa ve herkes her yerdeyse neden bu kadar çok bayrak, bu kadar çok başkent, bu kadar çok ülke!?
Dün Osmanlı’yı paylaşma planları yapanlar, bugün Ortadoğu’yu karıştıranlar, yarınlar için pusuda bekleyenler; Balkanlarda da insanı insana düşman etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar, huzuru bozmuşlar. Yönetmek için bölmüşler, parçalamışlar.
Makedonya’da komşu komşuya düşman olmuş. Üsküp’te bir köprüyle ikiye bölmüşler şehri… Bir tarafın düşman bildiğini diğer taraf kahraman bellemiş.
Bosna’da üçlü başkanlık demişler; üç kaynaktan tek ses çıkmayınca başa geçip yönetir olmuşlar.

Asimile etmemiş, dünya görüşünü veya dinini dayatmamış Osmanlı’nın bir şekilde bölgeden çekilmesinin ardından bölgede yaşamaya devam etmek isteyen halklar, bugün ortak bir payda veya uzlaşı zemini olmadan; saygı gibi, huzur gibi, güven gibi değerler olmadan bir arada yaşamaya çalışıyor. Allah Rasulü aleyhisselam’ın ashabı ile birlikte Medine’ye gelir gelmez yaptığı ilk şeylerden biri, bütün farklılıklara rağmen, huzur ve güven içinde bir arada yaşanabilecek bir ortam için ortak paydada buluşulmasını ve bir arada huzurlu bir şekilde yaşanmasını sağlamaya yönelik bir uzlaşı zemini oluşturmak olmuştu. Bunun için ‘Medine Vesikası’ imzalanmıştı.
Kudüs’ün fethinden hemen sonra Hz. Ömer ra'in Kudüs halkına verdiği eman, şehri haçlılardan geri alan Selahaddin Eyyubi’nin ve Mercidabık ve Ridaniye ile bölgeyi Osmanlı’ya katan Yavuz Sultan Selim’in verdiği ferman çok uluslu, kozmopolit toplum yapı örneklerinde İslam’ın nasıl bir yönetim yaklaşımı öngördüğünün en net örnekleriydi. Toplumda iç içe yaşayan halkların kendi içlerinde mücadele etmesi, güçlerini birbirlerine sarf edip israf etmesi yerine güçlerini dışarıya karşı birleştirmesiyle toplumsal krizler bertaraf edilebilirdi. Şirazesi kopmuş tesbih misali dağılan Osmanlı’nın ardından boncuk taneleri gibi etrafa savrulan Balkan halklarının da en öncelikli ihtiyacı olan şey buydu belki de… Bugün Balkan halkları belki kendi içlerinde birbirleriyle mücadele etmekten belki AB’den medet beklemekten ne doğru düzgün yol yapabilmişler ne ekonomide ilerleyebilmişler ne de adab-ı muaşeret öğrenebilmişler…

Bütün bu kavgaların ortasında, bir devir çoktan kapanmış.
Bütün bu kavgalar olurken minareler yıkılmış, kütüphaneler yakılmış...
Bütün bu kavgalar sürerken, bütün toplumlar ‘din’den uzaklaşmış; yine de bugün en çok misyonerler çalışıyor; haç dikiyor, heykel yükseltiyor...
Bütün bu kavgaların sonucunda, 400 yılda yapılanlar 40 yılda yıkılıvermiş.
Bütün bu kavgaların özeti; İşkodra’nın en işlek caddesinde barlar sokağı ile yüksek sesli/alkollü mekânlar arasında darda kalmış bir camii, az öteden duyulamaz olmuş ezan sesi ve cemaati de yok denecek kadar az…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğütler XXIX

  Sevgili oğlum, Henüz küçücükken sen, her şeyini ben yapayım isterdim. Seni kimseye bırakmayayım, her halini ben göreyim, ben hep yanında olayım... Ben koruyayım, ben kollayayım... Ben yeteyim, ben yetişeyim, ben yetiştireyim… Sana dair hiçbir anı kaçırmayayım. Düşününce, ‘oyuncağını uyurken bile yanından ayırmak istemeyen çocuk gibi’ belki. Sonra büyüdüm. Seninle büyüdüm ben de… Ve şimdi kız kardeşin büyüyor. Sen yürümeyi öğrenirken ben bırakmayı, sen konuşmayı öğrenirken ben susmayı, sen kendini bulurken ben yavaşça seni serbest bırakmayı öğrendim. Ve şimdi; ‘ben olmasam da yanınızda güzel insanlar olsun’ yanınızda istiyorum. Ben yanınızda olmasam da güvende olun. Ben kimim ki? Bazen ben yanınızda olsam bile koruyamam ki... Sevgili oğlum, çiçek kızım, Ben toprak olsam, siz güzel çiçeklerim; zamanla havaya, ışığa, gökyüzüne yöneleceksiniz. Topraktan bağımsız büyüyeceksiniz, yalnızca kökünüz kalacak bende. Ben bir koza olsam, siz mucize bir tırtıl; benden çıkıp kanatlanıp u...

Bahçemde Çiçekler Açtı

  Bahçemde çiçekler açtı, yüreğime bahar geldi. İçim renklendi, gönlüm şenlendi. Gözlerim yeşerdi, kalbim tazelendi. Yumuşadım, anladım, öğrendim. Büyütmedim büyüdüm. Benim istediğim zaman benim istediğim şekilde açmadı. Rabbimin istediği zaman, Rabbimin istediği şekilde, onun istediği renkte, onun istediği şekilde… Bahçemde iki çiçek açtı. Yerini sevdi mi? Işığı iyi mi? Toprağı ne zaman değişecek? Hangi gübre verilecek? Hep tedirgindim… Hassasiyetle sakındım börtüden böcekten. Rüzgârdan korudum, ayazda kalmasın diye ya örttüm ya örtü oldum kimi zaman. Güneşte kalmasın diye ya gölge buldum ya da gölge oldum. Güneşin, ışığın, suyun bile fazlasından sakındım. Nice kez korktum soldurursam diye… Bakımıyla, çapasıyla, budamasıyla yorulduğum da çok oldu. Üstüm başım toprağa bulandı, kirlendi de çoğu zaman. Kimi zaman belimi de büktü, ağrıttı. Kimi zaman kimi dalı, kimi yaprağı ellerime kopuverdi de nasıl içim gitti, zor dayandım.  Bazen çok suladım, bazen susuz bıraktım. Oysaki kend...

Dava Kardeşliği

Yan yana, sırt sırta, omuz omuza, dua duaya... Yürek yüreğe... Sen, ben yok! ‘Biz’ varız ve ‘dava’mız... Ve yol gösteren sevdamız... Biriz, beraberiz! Kardeşiz! Kan bağıyla değilse de gönül bağıyla... Bazen sevinçle, bazen kederle... Bazen umutla, bazen hüsranla... ‘Daha iyisi’, ‘en iyisi’ telaşıyla... Söz verdik! Vicdan rahatlatmaya değil samimiyetle yaşamaya... Sözleştik! Ucundan tutarak değil; adanarak, adayarak... Mevzu derin, menzil uzak, vakit dar, azık az... Vakit dar! Zaman kaçmasın, durduralım. Yıllar geçmesin, yakalayalım. Gülmelerle, eğlenmelerle, hatta sevmelerle oyalanmayalım. Havadan sudan konuşmayalım. Ne kalacak hepsinden geriye? Ne kalır bizden geriye? Seherler uyumak için değil, kalkalım. Gündüzler yetmiyorsa geceleri yaşayalım. Yaşayalım; yaşamaksa en uzununa talip olalım daha çok salih amel için, daha salih ameller biriktirmek için... Ve ölümse de en yiğitçesine, en şehitçesine hem de tereddütsüz talip olalım hiç ölmemek için... Randevu defterimiz hep dolu olsun....