Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dengelere inanmıyoruz!

Bombardımanları, işgalleri unutmadık! Bombaların, silahların ninnilerini unutmadık! Sahilde oyun oynarken vurulan çocukları unutmadık! Kurşunların beslediği çocukları unutmadık! Irzına geçilen kadınları unutmadık! Kelepçelenen, itilip kakılan adamları unutmadık! Kalbimizin acıları acıyor hâlâ...   Furkan’ı unutmadık! Yakıldık, yıkıldık,   bombalandık, vurulduk, kovulduk, soyulduk, tekmelendik, hançerlendik, ezildik, itildik, kakıldık, tutuklandık, kırbaçlandık, sürüldük, öldürüldük, biz hep ‘mazlum’lardandık; unutmadık! Kimseye bir borcumuz yok, alacağımız var; bir özgürlük, adalet, izzet... Biz hep ‘mazlum’duk... Yine de asaletimizi kaybetmedik   yılmadık, korkmadık, kaçmadık... Yine de ayaklandık, yumruğumuzu sıktık ve zafere hep inandık... Lanetlenmiş kavimle, katillerle, zalimlerle aynı safta olmaktansa,   izzetli ölümlerden yanaydık! ... Döktüğümüz kanlara, akıttığımız yaşlara, yaktı...

Ramazan

“Ey insanlar, büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınıza geldi.” demişti kutlu Nebi binbir heyecanla... “İşte bereket ayı Ramazan geldi. Artık Allah’ın rahmeti sizi kuşatır. O ayda yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir, dualar kabul olunur. Allah sizin iyilikte ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder. Öyleyse kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin.” Ve dedi ki: “Eğer ümmetim Ramazan ayının kıymetini, şerefini ve önemini hakkıyla bilmiş olsaydı, bütün bir yılın Ramazan olmasını temenni ederdi.” Şimdi, asırlar sonra, yine aynı heyecan sardı dört bir yanı, aynı heyecan kuşattı ruhlarımızı. Bir kez daha gölgesi başımıza düştü Kur’an ayı Ramazan’ın... Bir bir insin diye ayetler, dilden gönüle, amele, eyleme... İlk kez inzal oluyormuşçasına her biri... Okunacak, okutulacak, anlaşılacak, anlatılacak, yaşanacak ve yaşatılacak... Ramazan Kur’an ayıdır. Günler öncesinden asılan afişlere, reklamlara inat... İçten bir şükürle başlayalım Ramazan...

Gitme Ramazan!

Gitme Ramazan! Savaşın çocukları, mazlumlar, yetimler, öksüzler, kimsesizler... Karnı Ramazan’da doyanlar Şevval'de yine aç kalacak; gitme Ramazan. Sorulacak sorularımız tükenmedi, alınacak cevaplarımız bitmedi. “Kurşun yemek oruç bozar mı?” bilmiyoruz hâlâ. Tan yerini ağartıp duran bombalardan siyah ip ile beyaz ipin ayırt edilip edilemediği bilinemiyorsa ne yapılacak, bilmiyoruz. Günleri hep o ruçlu gibi geçenlerimiz hep oruç tutuyor sayılır mı? Sahur da iftar da yapamayanlarımızın oruçları kabul olur mu? Öğrenemedik. ... Gitme. Tüm hayatın kitabını, hayat kitabımızı senle aldık elimize; gidersen bırakırız yine, gitme. Kur’an’la bütün hayatımızı kuşatmadan gitme. Mukabelelerimizin ‘anladıklarımız’ kısmına geçemedik. Nasıl okunacağından nasıl anlaşılacağına sıra gelmedi henüz. Biraz daha kal, gitme. Vahyin de Kur’an’ın da kadrini bilemedik, Ramazan 27’den öteye götüremedik; gitme Şükürlerimiz nimetlere yetmedi, yetişmedi; gitme. Gösterişli sofralarımızda zenginlerimizden faki...

Gün(dem)lerimi(zi) reddediyorum!

Füzelerin, havan mermilerinin bıkmadan ve yılmadan ziyaret ettiği coğrafyalarımızı dualarında bile ziyaret etmeyen Müslümanlıklarımızı reddediyorum! Duaları kendinden başkasına değmeyenlerimizi, kendisinden başkasına dertlenmeyenlerimizi; oturup gönül rahatlığıyla virdini çekenlerimizi, sayıyı tamamlayıp işinin başına geçenlerimizi, kenara çekilenlerimizi reddedi yorum! Hayatın ortasında her daim ölümün kıyısında olanlarımıza yalnızca -arada bir- uzaktan bakmalarımızı reddediyorum! Annelerimizin gözyaşlarından, babalarımızın çaresizliklerinden, endişeyle her an her gün ölümü bekleyenlerimizden bihaber oluşumuzu reddediyorum! Bizim başlarını okşayamadığımız, öpemediğimiz ama kurşunların alınlarının ortasından öptüğü çocukların, bu ümmetin çocuklarının, yitik çocukluğuna vurdumduymazlığımızı reddediyorum! İstisnasız her akşam –zaten ağız tadıyla oturduğumuz - ve dahi aksini hiç düşünmeden oturacağımızı bildiğimiz lezzet dolu sofralarımızla aç kalma endişesi bilmeyişlerimizi, açlık görme...

Camiler ve Çocuklar

“Camilerimiz oyun parkı haline mi gelecek?”  “Camii'nin bir köşesi kreş haline getirilmiş. Cemaat namaz kılıyor çocuklar masaların başında oyuncakları ile oynuyor.” "Çocuklar camide olsun deyince biz bunu mu anlıyoruz?" ... Konuyu herkes anlamıştır. Cami ve çocuk meselesi...  Ahmet Hamdi Akseki Camii’nde başlatılan, ilk duyulduğunda herkesi heyecanlandıran, her türlü beğeniyi, takdiri alan, fakat Fatma Barbarosoğlu ‘nun “Çocuklar Camide Oyuncaklar Ellerinde” isimli eleştiri yazısından sonra “Acaba?” dedirten uygulama ve akabinde gelen birtakım eleştiriler... Uygulamayı ‘çocuk ve camii meselesindeki kafa karışıklığı’ olarak yorumlayanlar... İmamı duyamadığından şikâyet edenler... ‘Teravih namazının uzunluğunda bir de çocukların ayrıca bunalttığını söyleyenler... Yeni konsepti AVM’lere benzetenler... ‘Çocuklar camiiye oyun oynamak için gelecekse hiç gelmesin’ diyenler... Çocuklu anneler için ayrı bir bölüm olmasını tavsiye edenler... ‘Çocuklar da hep eğlenmek zorunda değil ...

“Bizi affet, bizi bağışla...”

Terk etmek bütün telaşları ve çekip gitmek vardı bırakıp tüm sabahları, tüm akşamları... Kalbimizin sesini dinleyip yüreğimize acı salan, yüzümüze hüzün çalan diyarlara gitmek vardı.  Gözleri hüzün bakan annelerin cennet özlemlerine eşlik etmek... Boynu bükük kalanlarla birlikte dualar söylemek vardı. Bir daha hiç büyüyemeyecek bebeklerinin gülüşlerine veda eden annelere baş koyacak bir omuz olma k... Alnının ortasına kurşunların yuva yaptığı çocukları cennet yolculuklarına uğurlamak vardı, gıpta ederek... Bomba sesleriyle uyanan miniklerin başını okşamak; adı yetim kalanların ellerinden tutmak vardı. Yastıksız, yorgansız uyuyan bebeklere sahip çıkmak vardı. Oyuncağı şarapnel parçaları, boş kovanlar, roket kalıntıları olanlarla oyunlar oynamak vardı. Keşmir’de, Halepçe’de, Kabil’de, Üsküp’te, Endülüs’te çocuk olmak vardı. Kurşuna adres olmak pahasına taş atmak vardı tanklara... Bir çocuk olmak vardı Kudüs’te, korkusuzca bakabilmek siyoniste ve “biziz buraların sahibi!” dercesine, g...

'Cihad' Üzerine

Cihad edebiyatla değil, kıyamla, ayaklanmalarla, kutsal çatışmalarla gerçekleşir. Çağrıya yürek vererek, Kur’an referanslı öfkelerle gerçekleşir. Salon toplantılarıyla, asılsız platformlarla, demokratik çabalarla değil, ayağa kalkıp zulme karşı koyarak gerçekleşir. Klavye başında yaşantıların uzağında kalmış paylaşımlar yapanlarla değil, yaşantısıyla mazlum dertli olanlarla, mustazafın yanında dur anlarla gerçekleşir. Salih niyetlerle, kutsal emellerle, şehadet özlemleriyle, Allah’ın izniyle yüce hedeflere doğru yürüyenlerle... Hayatını hakiki dertlere, samimi endişelere bürüyenlerle... Anlamsız fetvalar verenlerle değil, ölmesi gereken yerde ölenlerle... Başka başka ideolojilere, başkalarının felsefelerine meydan okuyanlarla; ölüme de kafa tutanlarla, Allah için gürültü yapanlarla, canını da malını da şeksiz şüphesiz ortaya koyanlarla... Allah’a savaş açanların, zalimlerin ellerini kurutanlarla... Korkmayanlarla, kaçmayanlarla, öne atılanlarla... Kavgası Allah yolunda olanlarla... Mü’...

Arz Ederim Rabbim!

Arz ederim Rabbim! Olmamız gereken ne kadar güzelse bir o kadar kötüyüz biz... bir insana düşman olabilen bir insan kadar kötü sevmek nedir öğrenmemiş merhametsizler kadar kötü büyümek nedir bilmemiş çocukları hedef yapan kurşunlar kadar kötü çocukları annesiz, babasız bırakan savaşlar kadar kötü çocuk rüyalarını bölen bombalar kadar kötü vurulmaya inatla vurmayı seçenler kadar kötü mahzun çocuklar yanında para babası denen adamlar kadar kötü Arz ederim Rabbim! Sana kul olmak ne kadar büyüklükse o kadar küçüğüz biz... bir füzenin yanında özgürce süzülen bir uçurtma kadar küçük bir tankın yanında zalimi hedef alan bir sapan kadar küçük ölmeklerin yanında yaşatacak sebepler kadar küçük kapitalizmin yüceliğinin yanında modernizm eleştirileri kadar küçük okyanusların yanında bir çiçeği diriltmeye yetecek iki damla kadar küçük ucu bucağı olmayan yollara doğru yola çıkan ilk adımlar kadar küçük yılgınlıklarımızın yanında umutlarımız kadar küçük güçsüzlüklerimizin yanında cesaretlerimiz ...

Yardım Et Rabbim!

Mücahidlerimize yardım et Rabbim! Muhacirlerimize yardım et... Mücadele edenlerimize, hicret edenlerimize, direnenlerimize... Kardeşlerimize, çocuklarımıza, kadınlarımıza; analarımıza, babalarımıza, evlatlarımıza... Kudüslülerimize, Gazzelilerimize, Haleplilerimize, Şamlılarımıza, Bağdatlılarımıza, İstanbullularımıza... Filistin’imize, Suriye’mize, Türkiye’mize, şehirlerimize... Ezan seslerimize, tekbirlerimize... Günlerimize, gecelerimize, ömürlerimize... Secdelerimize, kıyamlarımıza, rükûlarımıza, dualarımıza... Mazlumlara, masumlara, mahrumlara, mustazaflara... Yoksullarımıza, yokluklarımıza, açlıklarımıza... Afrika’ya... Orta Doğu’ya... Zayıflarımıza, zayıflayanlarımıza, canı yananlarımıza, ağlayanlarımıza... İşçilerimize, kölelerimize, gariplerimize, düşkünlerimize... Acizliklerimize, çaresizliklerimize... Çığlıklarımıza, feryatlarımıza, gözyaşlarımıza... Gençlerimize, yaşlılarımıza, hastalarımıza... Yalnızlarımıza... Yetimlerimize, öksüzlerimize... Bekleyenlerimize... Ailelerimi...

Bu bir tesettür yazısıdır!

Bu bir tesettür yazısıdır! Dar pantolonlara, kısa şortlara, hatta kaprilere, hele hele düşük bellere hayır! Yapışan tişörtlere, gömleklere hele hele bir de iliklenmeyen düğmelere, yakası açık gezmelere hayır! Rengârenk kıyafetlere, renk cümbüşlerine, kırmızılara pembelere hayır! Başka başka milletlerden gelen giyim kuşamlara hayır! Buram buram hissedilen parfüm kokularına hayır! Profillerdeki boy boy fotoğraflara hayır! Gözlerden korunmayan giyimlere hayır! Tesettür erkeğe de farzdır. Bu davanın mücahididir her İslam erkeği. Öncü olacak olan, dirilişe yollar açacak olandır. Müslüman bir erkeğin giydiği dar bir pantolon, ciddiyetsiz bir kıyafet; davanın ve ümmetin vakarına zarar verir. Her Müslüman erkek, kalbinin, zihninin ve gözlerinin tesettüründen sonra kıyafetinin tesettüründen de sorumludur. Gözlerini koruyacak ve de gözlerden korunacaktır. Sade, vakarlı, temiz, düzenli, edepli...

Acı Bir Hikâye

Acı bir hikâye anlatacak şimdi kalemim; dinleyin. Bir mahzun, bir acıklı hikâye bu; yine de dinleyin. Henüz kirlenmemişti kalbimiz. Ve fıtratımız tertemiz... Allah’ı hatırlatırdı tesettürlerimiz. Takvaydı en güzel elbisemiz. Ve hayâ en süslü ziynetimiz... Yüceltirdi bizi edebimiz. Her şeyimizdi, kimliğimizdi iffetimiz. Masumdu hayallerimiz. Dünyanın ötesinde yaşatırdı bizi düşlerimiz. İçten duala r söylerdi dillerimiz. Hep dualarımızdaydı kardeşlerimiz. Hiç kimseye yoktu kinimiz. Hep sahiciydi samimiyetimiz. Herkese, tüm insanlığa, yeterdi ve ufacık mutluluklarımıza bereket olurdu tebessümlerimiz. Dünyayı cennetleştirmek üzereydi tüm gayretlerimiz. Ama hüzün de bilirdik, şahidi olduğumuz her zulümde ıslanırdı gözlerimiz ve incinirdi yüreğimiz... Hep salihlerle olduğumuzdan salih amel doluydu heybemiz. Ve takvayı tek üstünlük bilirdik, takva için yarışırdık hepimiz. Herkese de güveniverirdik kötülük düşünemediğimizden. Herkesi iyi bilirdik, her yeri güvenli... Belki Cenneti ayaklarımız...

Ben Yusuf

-Hayallerini, ümitlerini, geleceğini, evini, ülkesini, her şeyini terk edip yollara düşen, Türkiye’ye gelen bütün Muhacirlere ithafen- Ben Yusuf. Mısır’ın değil Irak’ın Yusuf’u. Yakub’un değil ama Yakub gibi bir babanın Yusuf’u.  Hüznünü, kederini, şikâyetini Rabbine arz eden yüzlerce adamdan birinin evladıyım ben.  Türkiye bana zindan mı yoksa saray mı, bilmiyorum. Ben Yusuf.  Ufacık bir şekere dahi paha biçilemez gülüşler serecek binlerce Yusuf var, onlardan biriyim.  Her biri ayrı bir hikâyeden ayrı bir kahraman; ama hepsi Yusuf...  Ümmetin binlerce Yusuf’undan yalnızca biriyim ben. Ben Yusuf.  Başının okşanmasını bekleyen binlerce Yusuf var, evet, onlardan biriyim.  Hayat dediğiniz ‘mücadele’ bizde... Sizce de mücahid sayılmaz mıyız biz? Evet, ‘hayat’ demek ‘mücadele’ demek bizde... Bu yüzden, biz hepimiz biraz Yusuf, biraz Yiğit, biraz da Mücahid... Dağ gibi babalar, nice dağ yürekli analar... Ve çocuklar... Yusuf Yusuf, Yiğit Yiğit çocuklar... He...

O bizden yanadır!

Yeryüzünün garip kalmış diyarlarının mahzun çocukları değil vurulan, yüreğimiz. Yüreğimizden vuruluyoruz biz her seferinde. Yüreğimizden vuruyorlar bizi. Kimselerin gördüğü yok, içimize içimize akıyor kanlarımız. Ve yine yine yara alıyor kanayan yanlarımız... Merhamet sancıları çekiyoruz, en derinlerde/n. Yine de umutlar biriktiriyor, umutlar dolusu şehirler düşlüyoruz. Özgür özgür şehirler... Kan sız, dumansız, acısız şehirler... Ve biz, düşlerimizin şehirlerine uzaktan bakmıyoruz hiç, uzakta yaşamıyoruz. Şehirlerimizin çocuklarının çığlıklarını işittiğimiz geceler çoktur bizim. Hatta bazen sükûnet içinde geçirdiklerimiz ihanettir, af dileriz. Kâğıda kaleme alıştık ses edemediğimiz zamanlarda da... Düşlerimizin şehirlerine uzaktan bakmıyoruz biz hiç, uzakta yaşamıyoruz. Babasının elinden tutamayan çocukların elinden tutma derdindeyiz. Çıplak ayaklılarla yüreklerimiz üşüyor bizim de. Şefkatin, merhametin her dilini biliriz. Her dilde biliriz gözyaşını da... Ve her coğrafyada Ebu Zer’le...

Gelme Ramazan!

Gelme Ramazan!  İftar ziyafetleriysen, sahur yemeğiysen; hurmadan, tatlıdan, pideden ibaretsen gelme. Aynı saatte yenen akşam yemeğinden ibaretsen gelme. İftar sofrasına koyacak bir şey bulamayan annenin halini 'ümmet iftarları'yla bile anlatamayacaksan gelme. İsrafları kolaylaştıracaksan, masumlaştıracaksan(!) gelme.  Zenginin sofrası ile fakirin sofrası arasındaki uçurumsan gelme. Sofra kurulamayan evlerin hüznüne hüzün katacaksan gelme. Gelenekselleşen, hissizleşen, adeta otomatikleşen teravihsen gelme. Bu yıl da reyting kaygılı müslümanlaşmış(!) televizyon kanallarından yana olacaksan gelme. Fon müziği eşliğinde hikâyeler anlatan hocalarla geleceksen gelme. Vicdan rahatlatmacaysan gelme. Sadece suni, gelip geçici bir gündem olacaksan gelme. Orta Doğu’dan yükselen çığlıkları dindiremeyeceksen, duyuramayacaksan bile, gelme. Çığlıklara, feryatlara, ah’lara, gözyaşlarına, kanıksanmış acılara da dokundurmayacaksan tılsımını gelme. Afrikalının yiyemediğini başkasına yedireceksen...