
Acı bir hikâye anlatacak şimdi kalemim; dinleyin. Bir mahzun, bir acıklı hikâye bu; yine de dinleyin.
Henüz kirlenmemişti kalbimiz. Ve fıtratımız tertemiz... Allah’ı hatırlatırdı tesettürlerimiz. Takvaydı en güzel elbisemiz. Ve hayâ en süslü ziynetimiz... Yüceltirdi bizi edebimiz. Her şeyimizdi, kimliğimizdi iffetimiz. Masumdu hayallerimiz. Dünyanın ötesinde yaşatırdı bizi düşlerimiz. İçten dualar söylerdi dillerimiz. Hep dualarımızdaydı kardeşlerimiz. Hiç kimseye yoktu kinimiz. Hep sahiciydi samimiyetimiz. Herkese, tüm insanlığa, yeterdi ve ufacık mutluluklarımıza bereket olurdu tebessümlerimiz. Dünyayı cennetleştirmek üzereydi tüm gayretlerimiz. Ama hüzün de bilirdik, şahidi olduğumuz her zulümde ıslanırdı gözlerimiz ve incinirdi yüreğimiz...
Hep salihlerle olduğumuzdan salih amel doluydu heybemiz. Ve takvayı tek üstünlük bilirdik, takva için yarışırdık hepimiz. Herkese de güveniverirdik kötülük düşünemediğimizden. Herkesi iyi bilirdik, her yeri güvenli... Belki Cenneti ayaklarımızın altına alacak olmaktan gelirdi tüm cesaretimiz... Uhud’da okçular için Ayneyn tepesi neyse, bizim için de öyleydi evlerimiz, terk edemezdik. Böyle yaratmıştı bizi Rabbimiz. İçtendi O’na teslimiyetimiz. Ve setrolurdu bize boyun eğmişliğimiz. Korurdu bizi O’na gönülden itaatimiz. Hatice’ydi, Meryem’di, Asiye’ydi örnekliğimiz. Böyle böyle Firdevs’lere yol alıyordu günlerimiz.
Sonra...
Bir tufana tutulduk. Çağın kirleri bulaştı üzerimize. Kapkaranlık çağın isi, pası, dumanı işledi yüreklerimize. Karanlıkta kaldı masumiyetimiz. Yanlışlara yollar açtılar, o yollardan geçer oldu menzilimiz. Günah bataklıklarından geçti adımlarımız. Günahlara bulandı bakışlarımız. Sahte putlar doldurdular içimize. Sahte ilahlarla çevirdiler dört bir yanımızı. Başka başka sevdalar sardı benliğimizi. Alelade tutkularla tutukladılar. Prangalar geçirdiler zincir zincir... Lanetli mantıklarıyla kanımıza girdiler; kapitalizmlerine, reklamlarına, Avm’lerine hapsettiler bizi. Mekânlarıyla meydan okudular hayallerimize. Maddeci anlayışlarıyla zarar verdiler benliklerimize. Böylesine tertemiz bir sayfa böyle birkaç isyanla kirletiliverdi. Tertemiz kalpler karartıldı. Fıtratımız bizi hayırlarda yarıştıracakken başka başka şeylerde yarışır olduk biz. Ya yanlış şeyler ister oldu ya da bomboş kaldı avuçlarımız. Duyduğu ah’lara kayıtsız kalır oldu merhametimiz. Ve şimdilerde ağlayamıyoruz, tükendi gözyaşlarımız da... Halimize ağlamaktan bile aciziz. Biz hastalığı teşhis edemediğimizden şifasını arayamıyoruz ve onların sunduğu hiçbir şey de şifa olmuyor. Büsbütün uzaklaşmadıysak da cennetten, a’raftayız. Günden güne onlara benzedik, herkesleştik. Öyle kolay olmadı belki ama oldu yine de. Öyle kolay kabullenmediysek de, kabullendik.
Elim bir son bu. Ağır bir yük... Yazmak bile çok ağır.
Korkarım, tamiri de yok bozulan fıtratların... Hiçbir sabun, hiçbir deterjan yetmez bu kirlenmişliği temizlemeye. Ancak dökemediğimiz gözyaşlarımız ak, pak eder.
Ampuller, florasanlar, dev avizeler yetmez çağın karanlıklarına son vermeye. Ancak gecelerimizi ışıtan secdelerimiz aydınlatmaya yeter.
Şehrin gürültüsünden kaçıp bir Hira’ya sığınsak belki...
Hacer olsak, İsmail’i alsak; kutsal bir diyar olacak ekinsiz bir vadiye yerleştirse bizi İbrahim, belki...
...
“Hanımlar olarak fıtratın saf olan özünü tam manasıyla koruyabilmek erkeklere göre gerçekten çok daha zor... Fıtratını koruyabilenlere selam olsun!”
Yorumlar
Yorum Gönder