Ana içeriğe atla

Camiler ve Çocuklar

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, oturan insanlar, masa ve iç mekan


“Camilerimiz oyun parkı haline mi gelecek?” 


“Camii'nin bir köşesi kreş haline getirilmiş. Cemaat namaz kılıyor çocuklar masaların başında oyuncakları ile oynuyor.”

"Çocuklar camide olsun deyince biz bunu mu anlıyoruz?"

...

Konuyu herkes anlamıştır. Cami ve çocuk meselesi... 
Ahmet Hamdi Akseki Camii’nde başlatılan, ilk duyulduğunda herkesi heyecanlandıran, her türlü beğeniyi, takdiri alan, fakat Fatma Barbarosoğlu ‘nun “Çocuklar Camide Oyuncaklar Ellerinde” isimli eleştiri yazısından sonra “Acaba?” dedirten uygulama ve akabinde gelen birtakım eleştiriler... Uygulamayı ‘çocuk ve camii meselesindeki kafa karışıklığı’ olarak yorumlayanlar... İmamı duyamadığından şikâyet edenler... ‘Teravih namazının uzunluğunda bir de çocukların ayrıca bunalttığını söyleyenler... Yeni konsepti AVM’lere benzetenler... ‘Çocuklar camiiye oyun oynamak için gelecekse hiç gelmesin’ diyenler... Çocuklu anneler için ayrı bir bölüm olmasını tavsiye edenler... ‘Çocuklar da hep eğlenmek zorunda değil ki; biraz sabretsinler, beklesinler’ diye önerenler... Ve daha neler neler...

Ben yorum yapmadan önce bu yorumları yapanlara en son ne zaman bir çocukla isteklice, gönüllüce ve eğlenerek vakit geçirdiklerini sormak istiyorum. En son ne zaman?
‘Çocuk’ nedir biliyorlar mı? Çocuk ne sever, ne ister anlıyorlar mı? Çocukları masum buluyorlar mı? Gerçekten çocuk sevgisi nedir farkındalar mı? Zira çocuklardan uzak kalmış olmasalar bu yorumları yapamazlardı. Verilen tepkiler ve yöneltilen eleştiriler çocukları camiilerden kovan ihtiyar dedelerin yaptıklarının yumuşatılmış -belki modern zamanlara uyarlanmış- halinden başka bir şey değil. Ve bir de çocuklarla çocuklaşan, oyunlar oynayan peygamberlerini tanıyorlar mı? O peygamber(salât-selâm olsun) mescidde yanına gelen çocukları, torunlarını "Burası mescid, oyun dışarıda..." deyip gönderiyor olmamalı ?

Çocukluğuna dair anılarını yokladığında, oyunlarla, oyuncaklarla, oyun arkadaşlarıyla karşılaşmayanımız var mıdır sahiden? Bu çocuklar büyüdüklerinde hafızalarına kazınanlar arasında ‘oyun (da) oynadıkları camiiler’ de olsa camiide tanışıp arkadaş oldukları, camiideki oyuncakları paylaştıkları Yusuflar, Furkanlar, Elifler, Zeynepler’ de olsa ne olur? Camii âdâbından, çocuklara ‘duruş’ öğretmekten bahsediliyor. Hâlbuki çocuk büyüyene kadar hep çocuktur ama 2 yaşındaki çocuğa verilecek eğitimle 5 yaşındaki çocuğa verilecek eğitim bir değildir. 3 yaşındaki bir çocuğun beklentisi ile 7 yaşındaki bir çocuğun beklentisi de bir değildir. 3 yaşındaki çocuğa oyuncaktan başkasıyla hitap edilemez, 5 yaşındaki çocuk yavaş yavaş oyuncağın ötesine geçebilecektir, 7 yaşındaki çocuk muhatap kabul edildiğinde sevinecektir, 9 yaşındaki çocuk artık kitaptan da kuraldan da rahatlıkla anlayacaktır ve artık o, küçük kardeşi oyun oynarken, annesiyle/babasıyla saf tutacaktır. 7 yaşındaki çocuk da muhatap kabul edilip güzelce iletişim kurulduğunda namaza duracaktır. Tabii, bu çocukların safa durduğunu gören küçük kardeşlerin de oyunlarına ara verip onlara uyması, onlar gibi namaza durması muhtemeldir.

Aslında hepsinin ötesinde sorunumuzun temeli camiileri hayattan soyutlanmış namaz kılınıp çıkılıp gidilen yerler olarak algılayışımızdan, yani geleneksel ‘yanlış’ anlayışımızdan... Her şeyiyle örnek aldığımız Nebînin hayatında mescidler hiçbir zaman namaz kılınıp çıkılıp gidilen yerler değildi. Canlıydı, aktifti, hareketliydi, sosyaldi. Hem ibadet merkeziydi hem de hareket ve faaliyet merkeziydi. Meclisti, mektepti, eğitim merkeziydi, kültür merkeziydi. Mescidler zenginin fakirin, kadının erkeğin, büyüğün küçüğün, yaşlının çocuğun; her kesimin kendine rahatlıkla yer bulabildiği yerlerdi. Hal böyleyken bizim zaten Ramazan’dan Ramazan’a içini doldurduğumuz camiilerimize çocukları sığdıramamamız neden? Onları camiilere, oldukları gibi, bütün çocuksuluklarıyla kabullenemememiz neden? Hatta onlarla camiilerde de çocuklaşmamamız neden? Öyle ya, camii hayattır; hayatın merkezidir. Hayatın içinde nasılsak, camiide de öyle olmalıyız. Çocuklarla normalde nasılsak, camiilerde de öyle olmalıyız.

Çocuklar parklarda, AVMlerde çocukça eğlenebilir, sevinebilir, mutlu olabilir ama camiilere gelince... ?

'Çocuklu anne'leri 'normal cemaat'ten ayıran anlayışları Allah'a havale etmekle yetinip onlara hiç girmiyorum.

İşin içinde teravihi yanlış anlamış olmak da var tabii. Teravih, ‘oturmak, istirahat etmek’ anlamlarına gelen ‘Terviha’ fiilinden türemiş bir isim. Ve aslında teravih namazı, dura dinlene, rahat rahat, ara vererek, aralarda muhabbet ederek kılınan bir namaz. Teravihler aslı gibi kılınsa, verilen aralarda büyükler kendi aralarında hasbihal ederken namazda saf olan çocuklar da kendi yaş gruplarındaki camii cemaatiyle yapmak istediklerini yapsalar nasıl olur? Oyuncaklar camiiye yine mi sığmadı?

Aslında çocukların camiide olması tam olarak budur; çocuk çocuktur. Suç çocukluğundan çocukları anlayamayacak kadar uzaklaşmış olan büyüklerimizdedir.

Var mıdır itirazı olan?!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğütler XXIX

  Sevgili oğlum, Henüz küçücükken sen, her şeyini ben yapayım isterdim. Seni kimseye bırakmayayım, her halini ben göreyim, ben hep yanında olayım... Ben koruyayım, ben kollayayım... Ben yeteyim, ben yetişeyim, ben yetiştireyim… Sana dair hiçbir anı kaçırmayayım. Düşününce, ‘oyuncağını uyurken bile yanından ayırmak istemeyen çocuk gibi’ belki. Sonra büyüdüm. Seninle büyüdüm ben de… Ve şimdi kız kardeşin büyüyor. Sen yürümeyi öğrenirken ben bırakmayı, sen konuşmayı öğrenirken ben susmayı, sen kendini bulurken ben yavaşça seni serbest bırakmayı öğrendim. Ve şimdi; ‘ben olmasam da yanınızda güzel insanlar olsun’ yanınızda istiyorum. Ben yanınızda olmasam da güvende olun. Ben kimim ki? Bazen ben yanınızda olsam bile koruyamam ki... Sevgili oğlum, çiçek kızım, Ben toprak olsam, siz güzel çiçeklerim; zamanla havaya, ışığa, gökyüzüne yöneleceksiniz. Topraktan bağımsız büyüyeceksiniz, yalnızca kökünüz kalacak bende. Ben bir koza olsam, siz mucize bir tırtıl; benden çıkıp kanatlanıp u...

Bahçemde Çiçekler Açtı

  Bahçemde çiçekler açtı, yüreğime bahar geldi. İçim renklendi, gönlüm şenlendi. Gözlerim yeşerdi, kalbim tazelendi. Yumuşadım, anladım, öğrendim. Büyütmedim büyüdüm. Benim istediğim zaman benim istediğim şekilde açmadı. Rabbimin istediği zaman, Rabbimin istediği şekilde, onun istediği renkte, onun istediği şekilde… Bahçemde iki çiçek açtı. Yerini sevdi mi? Işığı iyi mi? Toprağı ne zaman değişecek? Hangi gübre verilecek? Hep tedirgindim… Hassasiyetle sakındım börtüden böcekten. Rüzgârdan korudum, ayazda kalmasın diye ya örttüm ya örtü oldum kimi zaman. Güneşte kalmasın diye ya gölge buldum ya da gölge oldum. Güneşin, ışığın, suyun bile fazlasından sakındım. Nice kez korktum soldurursam diye… Bakımıyla, çapasıyla, budamasıyla yorulduğum da çok oldu. Üstüm başım toprağa bulandı, kirlendi de çoğu zaman. Kimi zaman belimi de büktü, ağrıttı. Kimi zaman kimi dalı, kimi yaprağı ellerime kopuverdi de nasıl içim gitti, zor dayandım.  Bazen çok suladım, bazen susuz bıraktım. Oysaki kend...

Dava Kardeşliği

Yan yana, sırt sırta, omuz omuza, dua duaya... Yürek yüreğe... Sen, ben yok! ‘Biz’ varız ve ‘dava’mız... Ve yol gösteren sevdamız... Biriz, beraberiz! Kardeşiz! Kan bağıyla değilse de gönül bağıyla... Bazen sevinçle, bazen kederle... Bazen umutla, bazen hüsranla... ‘Daha iyisi’, ‘en iyisi’ telaşıyla... Söz verdik! Vicdan rahatlatmaya değil samimiyetle yaşamaya... Sözleştik! Ucundan tutarak değil; adanarak, adayarak... Mevzu derin, menzil uzak, vakit dar, azık az... Vakit dar! Zaman kaçmasın, durduralım. Yıllar geçmesin, yakalayalım. Gülmelerle, eğlenmelerle, hatta sevmelerle oyalanmayalım. Havadan sudan konuşmayalım. Ne kalacak hepsinden geriye? Ne kalır bizden geriye? Seherler uyumak için değil, kalkalım. Gündüzler yetmiyorsa geceleri yaşayalım. Yaşayalım; yaşamaksa en uzununa talip olalım daha çok salih amel için, daha salih ameller biriktirmek için... Ve ölümse de en yiğitçesine, en şehitçesine hem de tereddütsüz talip olalım hiç ölmemek için... Randevu defterimiz hep dolu olsun....