Terk etmek bütün telaşları ve çekip gitmek vardı bırakıp tüm sabahları, tüm akşamları... Kalbimizin sesini dinleyip yüreğimize acı salan, yüzümüze hüzün çalan diyarlara gitmek vardı.
Gözleri hüzün bakan annelerin cennet özlemlerine eşlik etmek... Boynu bükük kalanlarla birlikte dualar söylemek vardı. Bir daha hiç büyüyemeyecek bebeklerinin gülüşlerine veda eden annelere baş koyacak bir omuz olmak...
Alnının ortasına kurşunların yuva yaptığı çocukları cennet yolculuklarına uğurlamak vardı, gıpta ederek... Bomba sesleriyle uyanan miniklerin başını okşamak; adı yetim kalanların ellerinden tutmak vardı. Yastıksız, yorgansız uyuyan bebeklere sahip çıkmak vardı. Oyuncağı şarapnel parçaları, boş kovanlar, roket kalıntıları olanlarla oyunlar oynamak vardı.
Keşmir’de, Halepçe’de, Kabil’de, Üsküp’te, Endülüs’te çocuk olmak vardı. Kurşuna adres olmak pahasına taş atmak vardı tanklara...
Bir çocuk olmak vardı Kudüs’te, korkusuzca bakabilmek siyoniste ve “biziz buraların sahibi!” dercesine, gece gündüz, bir o yana bir bu yana koşturmak Beyt’ül Makdis’te...
Ellerinden tuttuğumuz çocuklarla, topraklarımızdan bizim olan bir başka toprak parçasına göç etmek vardı. Kol kanat germek kurtuluşu savaşlardan kaçmakta bulanlara, bakışlarına savaş değmiş çocuklara... Geceler boyu inleyenlerin yarasını sarmak... Bitmeyen savaşlara, sonu gelmeyen hırslara lanetler okumak... Delik deşik bedenlere rağmen tekbirler haykırmak...
Kurşun yemeden ölmemek vardı. Gülerek karşılayıp kör bir kurşunu, cennete herkesten önce gitmek...
Bir selam, bir dua, birkaç âmin
ve biraz da af... “Bizi affet, bizi bağışla...”
Yorumlar
Yorum Gönder