Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

28 Şubat

28 Şubat Birilerinin hayatının değiştiği tarih. ‘Karşı Devrim’e karşı Devrim (!). İrticayla Mücadele Eylem Planı (!). Postmodernlik kisvesiyle yumuşatılan darbe. DARBE. ‘Darbe’ demeye korkanların ‘Askeri Müdahale’ diyerek üzerini örtmeye çalıştığı rezalet. “Askeri müdahale” olduğu doğrudur; asker müdahale ediyor. Milli Eğitime müdahale ediyor. Yargıya müdahale ediyor. İnsanların yaşam tarzlarına, inançlarına müdahale ediyor. Hukukçulara müdahale ediyor; hukukçular askerden emir alıyor. Yasadışı müdahaleleriyle yasaya da müdahale ediyor. Basına da müdahale ediliyor, manşetleri genelkurmay belirliyor. 28 Şubat 1997 Mili Güvenlik Kurulu ‘olağanüstü’ toplanıyor ve süreç başlıyor. Türkiye’de laikliğin, demokrasinin ve hukukun teminatı için(!)... KARAR Gerici(!) tarikatler, dergahlar kapatılacak. İhtiyaç fazlası(!) İmamhatip okulları, Kur’an kursları kapatılacak; olacaksa hepsi devlet eliyle olacak, tarikatlara bağlı okullar MEB'e devrolunacak. Kıyafet kanununa riayet...

Hal-i İnsan

Bir yanda varmamız gereken menzil diğer yanda hedef gösterilenler... Bir yanda günlerimize inzal olmayı bekleyen ayetler diğer yanda önümüze konulanlar... Bazen söylemlerimizle eylemlerimiz mücadelede ve bazen de farkına bile varamadığımız bir garip tutsaklığın esaretindeyiz.  Karmakarışık hayatlardan geçiyoruz. Bazen bir anda kendi devrimini yapan Hattab oğlu gibiyiz  ve bazen de “İnandık!” diyen ama “Teslim olduk!” diyemeyen bedeviler gibi... Taşlara, taşlaşanlara ve sabra-şükre dil uzatanlara aldırmadan yoluna gitmenin yolunu arıyor bir yanı yüreğimizin... Menzile varmak üzere bir yanı. Bir yanı koşuyor, kaçıyor bir yanı da... Ve bir yanı da bekliyor yüreğimizin; bekleyecek, belki ölene dek ama bekleyecek... Çölün ortasına bırakılmış Hacer gibi. Bıçağın altına yatar gibi. Zindanda sabreder gibi. Hira’da düşünür gibi; düşler gibi. Bir iftirada Allah’a sığınır; O’ndan gelecek olanı bekler gibi. Bir yunusun karnında dua eder gibi. Ya da bir kapı ardında iffetine sarılır, sakın...

Bekleyin(!)

Gazze’de, Keşmir’de, Cezayir’de, Şam’da, Dakka’da ... Afrika’da, Çeçenistan’da, Etiyopya’da, Patani’de ... Biraz daha dayanın...  Dayanın! Direnin! Bekleyin! Elbet geleceğiz... Bekleyin!  Mücadelemizle, müjdelerimizle geleceğiz. Zulümler karşısında susamayanlarız biz. Haksızlığa göz yumamayanlar, onursuzluklara sessiz kalamayanlarız. Bekleyin! Zillete boyun eğemeyiz biz. Vakarımızla geleceğiz. Çok çalışıyoruz, çok yoruluyoruz; gecikmemiz bundan. Çok yoruluyoruz; gücümüz yettiği halde yapmadıklarımız da yoruyor bizi; inanın. Bekleyin! Kendi dünyamızı kurtardığımızda sizi kurtarmaya geleceğiz. Kendi yaşam mücadelemizden vakit bulduğumuz an geleceğiz. Şikâyetlerimizi, feryat figan hallerimizi bırakıp geleceğiz. Birbirimize olan kininimiz, nefretimiz ve kibrimiz bittiğinde geleceğiz. Eylemlerimiz hakikileştiğinde, sloganlarımız samimileştiğinde ve imanlarımız sahihleştiğinde geleceğiz. Platformları bırakıp, bildirileri kesip, kuru beddualarımızdan vazgeçip geleceğiz. Bekleyin! Mat...

Tesettür Üzerine...

Benim tesettürüm de ‘süs’ nedir biliyor ve beğenilmenin nasıl nefse hoş geldiğinin, insanın nasıl hoşuna gittiğinin farkında. Benim tesettürüm de her gün karşı karşıya kalıyor modanın dayatmalarıyla. Bütün filmleri izledi, bütün reklamları gördü, tüm bilbordlardan haberi var. Kurtarılmış, özgür batılı kadın ile de tanıştı çoktandır. Güzellik arzusunun makyajladığı, kapitalist sistemin cicileyip bi cilediği, suni kozmetiklerin güzelleştirdiği; toplumda değer verilen, saygı gören kadın tipini tanıyalı da çok oldu. Hem de hep aynı sokaklarda yürüyor onunla, hep aynı yerlerden geçiyor. Benim tesettürüm de özgürlük vaad eden sistemlerin içinde ve bütün kariyer fırsatlarıyla yüz yüze... Benim tesettürüm sözde Müslüman anlayışların kadını ikinci plana iten, toplum dışında bırakan davranışlarını da biliyor. Kadını cahil bırakanların ve erkeğe köle yapmaya çalışanların da farkında... Kadının bir meta gibi ‘yalnızca kullanıldığı’ ve insani değerinin hiçe sayıldığı ortamların, diyarların farkında...

Hal-i Dünya

Bazen melekleri imrendiren bazen şeytanları güldüren hallerimiz bu hayata dahil. Körken görebilenlerimiz de görebilirken görmeyenleriz de bu hayata dahil. Bazen basit konuşmalarımız, boş oturmalarımız; bazen de koşup durmalarımız bu hayata dahil. Bazen dünyaya bağlanmalarımız bazen de şehadet arzulayan dualarımız hayata dahil. İmtihanlarının arasında çabalayanlar da ve imtihansızlığıyla imtihan ol anlar da bu hayata dahil. Soba başında ısınanlar da şömine başında oturanlar da ve sokaklarda sabahlayanlar da bu hayata dahil. Yüreğinden hissedenler de hissizleşenler de bu hayata dahil. Teoriler de siyasi hesaplar da ve boş demeçler de bu hayata dahil. Gitmeler de kalmalar da, yarınlar da yollar da bu hayata dahil. Bazen sonu gelmeyen ayrılıklar bazen de sonsuzluğa uzanan kavuşmalar bu hayata dahil. Bazen en güzel anlar ve bazen de en zor anlar bu hayata dahil. Geceler de gündüzler de; karanlıklar da aydınlıklar da bu hayata dahil. Akıp giden günler, aylar, yıllar ve de geçmeyen saatler bu...

Bahara çok var mı?

Sıcak odalardan, rahat koltuklardan, lüks hayatlardan... Selam sana çocuk! Kurumuş vicdanlarımızla, kararmış kalplerimizle ve daha da kötüsü bütün bunları itiraf etmeye utanmayan, sıkılmayan hallerimizle... Selam sana! Soğuk bir kış günü ve biz üşümüyoruz. Düşünsene, üşümüyoruz! Bakma bu hallerimize. Bakma dışarıdan nasıl göründüğümüze. Aslında çok kan kaybettik biz. Yüreğimiz ağır yaralı. Bakma akmayan gözyaşlarımıza. Bağıra bağıra, hıçkıra hıçkıra ağlıyor bir yanımız... Hayatın gerçeklerini de bildiğimizden hayatlarımızın ütopikliği... Siz anlayamazsınız ki bizi... Karnımız hep tok ama ruhumuz hep aç bizim. Elbiselerimiz hep yeni ama imanlarımız eski bizim. Anlayabilir misiniz? Duyarlılığımız kaybetti bizi. Rahat rahat uyur olduk. Gecelere de alıştık, karanlıklara da... Akledemez olduk. Üzülemez olduk. Titreyemez, ağlayamaz olduk. Anlayabilir misiniz bizi? Çaresizlikten ağlamadık biz hiç. Kim bilir ne zamandır ağlamamış gözlerimizin gözyaşı b...

Uhud'dan...

Kaç sabahımızı kapladı karanlık  ve kaç geceyi bunu düşünerek sabaha bağladık?  Ne yaptık da bir çırpıda yerle bir olduk?  Nasıl yerle bir olduk?  Ve neden? Taşıyamayacağımızı mı yüklenmiştik omuzlarımıza? Samimiyet ve gayretle yola çıkmamış mıydık biz? Niyetlerimiz mi sahih değildi? Niyetin samimiyeti mi tek başına yeterli olmadı? Doğru zamanda, doğru şeyler mi yapamadık? Dosdoğru mu olamadık? İstikameti mi şaşırdık? Gevşek mi davrandık? Aşırı mı gittik? Her hayal kırıklığında karamsarlaştık mı? Her yenilgide kendimizi suçlayarak yıprandık mı? Geçmişe üzülüp geleceğe kaygılanmaya vaktimiz yoktu ki bizim. Yenilsek de vazgeçmemeyi öğrenmiştik. Hep yenilsek de asla vazgeçmemeyi… Ve direnmeyi... Saatler bitmedi. Her gün ölsek de, henüz ölmedik. Direneceğiz. Şimdi en başından başlanacak. İçimizin kavgaları da bitecek, korkuları da kaygıları da... Ve en başından başlanacak... Gün doğacak. Karanlık kaybolacak. Peki, şimdi nasıl doğrulacağız? Nasıl dirileceğiz yeniden? Yiti...