Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Biz Türkiye’yiz!

Daha ortaokul sıralarındayken sosyal bilgiler kitaplarımız her yıl muhakkak yazardı; “Üç kıtanın birleştiği çok stratejik bir bölgede; Balkanların, Kafkasların ve Ortadoğunun tam ortasında yer alan ve Asya ile Avrupa kıtalarını birleştiren kara bağlantısına sahip olan ülkemiz, zengin yeraltı kaynaklarına ve petrol yataklarına sahiptir. Akarsularımız, denizlerimiz, yeryüzü şekillerimiz, bitki örtüs ü çeşitliliğimiz, iklimimiz... ” Dünyanın gözlerini üzerine diktiğiyiz. Tüm planların, büyük projelerin, ‘arz-ı mevud’ların üzerinde döndüğü; yerli, yabancı bütün zulüm uşaklarının üzerinde hesaplar yaptığıyız. Coğrafyamızın masum insanlarını katlediyorlar. Mazlum halklarımızı sömürüyorlar. Topraklarımızı kana boğuyorlar, acılara gömüyorlar. Kardeşlerimizi öldürüyorlar. Bu ümmetin çocuklarını yetim, öksüz bırakıyorlar; kadınlarına, kızlarına el uzatıyorlar. Öncesi, 15 Temmuz, dün, bugün, yarın... Vazgeçmeyecekler. Son planlarını denemeden, son projelerini harekete geçirmeden, ellerindeki son ...

özgür ruhun dünyaya kölelik etmesin!

Dünyaya bağlanmaya başladığımızda oldu her şey. Sahi, ne bağlıyordu bizi dünyaya? Hem de bulaşıcı bir hastalık gibi. Kandırarak, kanıksatarak, alıştırarak, unutturarak... Kanser gibi hücre hücre yayılarak hem de...  Ey nefsim! Hıçkıra hıçkıra ağla şimdi, secde secde kapan yere. Uzun uzun yalvar, samimi tövbelerle yalvar. Yaşadığını hisset ve yaşantınla hissettir müslümanca yaşadığını. Anında fırl at elindeki o hurmayı, öylece koş Uhuda! Adımların kalabalıklara uymasın. Alışverişler yine ruhunu sıksın. Markalar, mağazalar, marketler yine korkutsun seni; israflar korkutsun, verilecek hesap korkutsun. İçinin kavgaları bitmesin, yüreğinin öfkesi dinmesin. Asi yüreğin bu düzene boyun eğmek bilmesin. Özgür ruhun dünyaya kölelik etmesin. Hadi yine, en başından, bismillah! Hatırla ey nefs! “Güzellik Müslümanlıktandır.” “Üstünlük takvadadır.” “Tevazu imandandır.” “Sade hayat imandandır.” Çağa ayak uydururken çağa uymamak... İnsan olduğunu bilerek, insanlığından da asla ödün vermeyerek mücad...

"Yokuşta elimizden tutana şükürler olsun."

Lise yıllarımda "Yokuşta elimizden tutana şükürler olsun." yazılıydı odamın her sabah, uyanır uyanmaz, muhakkak göreceğim bir duvarında... Belki alıntıydı, belki beğendiğim bir şiirden bir mısraydı, belki bir gün yokuş çıkarken dilime düşüvermişti, belki de biri söyleyivermişti de ben de kapıvermiştim; bilmiyorum. "Yokuşta elimizden tutana şükürler olsun." O gün bugündür yokuşlar hiç bitmedi.  Biri bitince, biraz düze çıkınca bir yenisi... Birinin ardından diğeri... Bazen daha da dikleşti. Yönümüzü şaşırdık, daha dik bir yokuş çıktı karşımıza. Yolumuzu kaybettik, daha daha dikleri... Bazen de yokuşların ardından ovalar, vadiler çıktı yolumuza. Ve belki bazen de gözümüzü korkutan, duamızı-şükrümüzü bile unutturan ‘sarp yokuş’lara dönüşüverdi adımladığımız yollar. Ama sahi, duamızı-şükrümüzü unutmaktan daha sarp bir yokuş olabilir mi ki? Her şeyden sonra, belki vadilere ulaşınca, belki sarp yokuşun orta yerinde kalınca, “Vuku bulanda hayır vardır.” deyip teslim olabi...

"Bu dünyaya lanet olsun, sen bize ötesini ver."

Köşe başlarında ağlayan çocuklar görüyorum Rabbim;  yalınayaklı, başı belki hiç okşanmamış çocuklar...  Ve nice kuytularda kurşunlara hedef olan çocuklar biliyorum Rabbim.  Ve anneler... Kendisi vurulmasa da can evinden vurulan anneler...  Görmesem de biliyorum.  Acılarla büyüyen çocuklar; büyüyemeyen çocuklar; büyümeden ölen çocuklar... Herkes onların acılarına yabancı, kulaklar onların ağıtlarını işitmiyor. Dara düşmüşlere uzanmaz olmuş eller... Hüzne müptela olmuşçasına geçen ömürlere el uzatmıyor kimse. Aldırmıyorlar Rabbim, kimse aldırmıyor. Komşusu açken tok yatanlar hayâ etmeden sana el açıyor; “bizden değildir” diyen elçine utanmadan selam gönderiyor. Bakıp ibret almıyorlar Rabbim ölümlerden de ölenlerden de... Kimse şaşırmıyor Rabbim insanların açgözlülüğüne... Ve artık ben de şaşırmıyorum Rabbim! Kendi haline bile ağlayamayanlar nasıl ağlasın başkalarına... Kendine merhameti olmayanlara nasıl dokunsun başkalarının acıları... Bir yanda ölümler yar...

İçine çekme bizi dünya!

Geçmişe bakıp iç çektirme bize... Dindirme öfkemizi tüketme hayretlerimizi esnetme çizgilerimizi eskitme hayallerimizi sarsma düşlerimizi yıkma ümitlerimizi bu dünyalık etme endişelerimizi-kederlerimi zi-seviçlerimizi dünyalık kılma dertlerimizi heba etme vakitlerimizi zehirleme zihinlerimizi hakka köreltme gözlerimizi dünyalıklarınla değiştirme cennet isteklerimizi... Çekme bizi içine dünya! Yazık etme bize! ... “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Peygamber'inden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyiniz. Allah, fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” Tevbe/24 ... “Müslüman hayatının tüm alanlarında Allah’ın kitabına bağlı kalmadıkça takva sahibi olamaz.” Said Havva (rahmetullahi aleyh)

Bir Anne...

Teslim aldığı emsalsiz emanetin yükünü dokuz ay ve yıllarca, bir ömür boyu taşıyandır anne. Kendinden çok başkası için yaşayandır, onun bir başkası olduğunu hissetmeden... Şikâyet etmeyi unutan, güçsüzlüğünü eskilerde bırakan, acizliklerini anneliğiyle eritendir. Sevginin cömerdidir. Baştanbaşa merhamettir, şefkattir. Ve karşılık beklemeyendir, en güzel cümleleri içtenlikle kurabilen, riya bilmeye ndir. Bencillik, cimrilik bilmeyen... Paylaşmayı en çok seven, vazgeçmeyi en çok bilendir, memnun etmeyi en güzel becerebilendir bir anne. Hiçbir şey bilmese de her şeyi bilen, gücü yetmese de yapabilen, kahramandır anne. Zoru kolay edendir, felaketleri def eden, korkuları yenendir. Gücü dualarından alan, gücünü dualarında saklayandır. Muvaffakiyeti salih niyetinde(n) olandır. Hem bir ‘anne’ kadar büyük, hem de oyun oynayacak kadar küçüktür. En güzel anılarda, en unutulmaz oyunlardadır; ödenemeyecek haklarda, karşılığı bu dünyaya sığmayacak fedakârlıklardadır anne. Koşturmalara alışık, yorul...