Yazsam dedim, yine yazsam… Yazıp yazıp “Halep!” diye okusam… Ah Halep! Ne kavgalar gördün ey Halep! Ne acılar yaşadın… Ne öfkeler çektin sineye… Buralarda vasıfsız hayatlar, anlamsız yaşamaklar varken; sen ne yiğit ölümler sundun Rabbine, ne kahraman hikâyeler yazdın… Senin cennetlere ısmarladığın sevdalarına karşın bizim gözümüzü doyuramayan dünyalarımız… Senin yiğitlik destanlarına karşın alın larımızda utanç izleri bizim. Senin korkusuzca sefere çıkanlarına karşın bizim habersizce oturanlarımız… İzzetine karşın suskunluğumuzun zilleti... Kahire’de, Kudüs’te, Gazze’de… Her köşe başında bir kardeşimiz vuruluyorken, dört bir yanda kardeşlerimiz bir bir öldürülüyorken, yaşıtlarımız türlü türlü zulümlere uğruyorken, minicik bebekler alnının çatından nişan alınıyorken, en onurlu babalar zalimce kurşunlanıyorken ve anneler yüreğinden vuruluyorken… Bu acılar bize neden değmiyor Halep? Müslümanlığımız mı yetmiyor? Tozpembe düşlerimizden, pembe dizilerimizden fırsat olmuyor da göremiy...
Bâki kalacak birkaç hoş sadâ... Ölüp gittiğimde ardımda bir mezar taşından fazlasını bırakmak istiyorum zîrâ...