İnat ediyor dünya hazin sonlara inanmamakta... Garip kalmış mazlum hayatları anlamamakta direniyor. Hıçkırıkları duymuyor. Zulümleri görmüyor. Hüzünleri de ölümleri de anlamıyor. Doğdum diyemeden, ismini söyleyemeden, büyümeyi hayal edemeden, son nefesini veremeden ölen bebekler gündelik acıları artık kalbi sökülmüş, yüreği çöllere dönmüş bu çağın. Ağlayan bebeklerin değil ağlayan annelerin beld elerinden... Halep’ten, İdlip’ten, Gazze’den... Her neredense gelen o acı haberler, yarım kalmış hikâyeler; çığlık çığlık acıtıyor yüreğimi. Elinden tutamadığımız her çocuk bir bir düşüyor. Yıkılıyor dünyam. Bir kez daha duymayan insanlığa sesleniyorum yıkık dünyamdan: “Şehid olmaya yaş sınırı getirilsin!”. Yine de, “Firavunların tükenmeyen soyları Musa’larımıza zarar veremez” diyen umuduyla şaşırtıyor beni kalbim, bir dua ferahlığında... Ağlıyorsam da boynumun büküklüğüne, halimin güçsüzlüğüne ağlıyorum. Ama itiraf edeyim, ben yine unuturum. Unuturum ve yaşamaya koyulurum hiç bilmemiş gib...
Bâki kalacak birkaç hoş sadâ... Ölüp gittiğimde ardımda bir mezar taşından fazlasını bırakmak istiyorum zîrâ...