Sen böyle uyumazdın anneanne, sabah namazlarından sonra uyuyamazdın. Uyan ve söyle anneanne... Kaç kitap bitirdin sen? Kaç sohbet dinledin? Kaçını sen verdin? Kaç konferansa katıldın? Kaç tanesini sen düzenledin? Hangi tefsiri tavsiye ederdin soranlara? Senin tebliğin, davetin, teşviğin hangi sosyal medya kanalı ileydi? ... Hani şimdi bir tarafta sözde Kur’an Müslümanları, diğer tarafta yanmayan kefen satan sözde ehl-i sünnet adamlar... Sen hangi taraftaydın anneanne? Hangi vakfa giderdin, hangi derneğe devam ederdin? Hangi cemaatti seninkisi? Hangi tarikata mensuptun? Sahi, hangi üniversiteden, hangi fakülteden mezundun? Söylediğin herhangi bir şeye “Hangi ayet, hangi hadis anneanne; nereden öğrendin onu” desem, “Ne bileyim biz öyle öğrendik, öyle inandık.” derdin gülerek... Gözlerine bakıyorum, ellerin semada içten dualarını görüyorum, o çoğunu anlayamadığımız özdeyişlerinle bizi güldürüşlerini hatırlıyorum. Telefonda konuşurken önce “Görüşürüz” deyip, sonra gülerek “Görüşemezsek de ölünce görüşürüz.” deyişini, ölümü an an bekleyişini hatırlıyorum. Cennet özlemi mi gizliydi ölüm bekleyişlerinde, sormadan edemiyorum. Her ‘peygamber’ deyişinde, her duyduğun ‘Muhammed’de salavat getirişini düşündükçe, her ezanla “Aziz Allah” deyip bir de belki anlamını hiç merak etmediğin o ezan duasını okuyuşun, ama imanla, huşuyla okuyuşun aklıma geldikçe yüreğim uyanıyor anneanne, biraz da öfke uyanıyor sizi ‘koca-karı imanı’ deyip öteleyenlere...
Tesbih bid’attir diyenlere cevabı elinden düşürmediğin tesbihinle ver. Hangi zikirlerdi seninkiler, kalın kalın kitaplar yazan o koca koca adamlara da söyle... Gördüğün her yabancıda burnuna kadar kapatırdın başörtünü, tesettürün inceliklerini öğret hassasiyetini kaybetmiş yüreklere. Kâbe deyince, Arafat deyince için giderdi değil mi? Kıymetini anlat her yıl umre yapanlara, Beytullah'ın hakikatini, hikmetini öğret... “Her şey Allah’tan...” deyişlerinde hep kadere iman vardı senin; “kader” anlayışını öğret tartışıp duranlara... Teslimiyeti öğret. “İşittik ve itaat ettik”le yaşamayı öğret. Şimdiki masumiyetler, samimiyetler hep çocuklukta, küçüklükte kalıyor. Sen masumiyet öğret, samimiyet öğret büyüklerimize de...
Sen bu halinle Allah dedikçe ben halimizi düşünüp kahroluyorum anneanne. Senin o hesapsız ve riyasız Allah deyişlerini duydukça, içten olmayan sözlerimize kahroluyorum ben. Seni gördükçe, kapatıyorum kitabımı usulca. Kenara itiyorum önümüze koyulan onlarca kitabı. Vazgeçiveriyorum bize sunulan bütün o bilgilerden, eylemlerden, hedeflerden...
Sen de cicili bicili seccadelerle mi alışmıştın namaza? Sesli elif-ba’larla mı öğrenmiştin Kur’an okumayı?
Söyle anneanne, öyle Allahuekber demeyi nerden öğrendin? Diline, tutmuyorken bile, nasıl Allah dedirttin? Dilini tutamayanların, gıybetten bile koruyamayanların dünyasında, sen tutmayan diline Allah demeyi nasıl öğrettin? Hep okuduğun o takvim yapraklarında mı yazıyordu? Öğret bize de... Ama bilmek de yetmiyor, sen yaşamayı öğret anneanne. Ya da bilmiyorum, belki de öğrenmek yakışmıyor bu çağa...
Bilincini kaybetsen de imanını kaybetmemeyi nerden öğrendin sen? Elden ayaktan düşsen bile dilinden Allahuekber’i düşürmemeyi nasıl başardın? Her şeyi unutsan da Allah’ı unutmamayı nasıl? Ve nasıl özenmeyelim sana... Nasıl imrenmeyelim imanına... Hûşûsuz namazlarımız, hûşûsuz konuşmalarımız, hûşûsuz yaşantılarımız... Belki de ben başımı taşıyamıyorum anneanne. Tutmayan el, ayak; tutmayan dil benim belki de. Ayakta uyuyup namaza bile uyanamayanların dünyasında, sen belki bir daha uyanamamak üzere uyurken bile Allah diyerek...
Bir kitap da sen yazsaydın ya anneanne. Okurduk şimdi...
Yazıldı kitabın değil mi? Ölümle kapanan bütün kitapların açılacağı o gün, sevinçle okut bana da kitabını...
Rabbim sana merhamet etsin.
Tesbih bid’attir diyenlere cevabı elinden düşürmediğin tesbihinle ver. Hangi zikirlerdi seninkiler, kalın kalın kitaplar yazan o koca koca adamlara da söyle... Gördüğün her yabancıda burnuna kadar kapatırdın başörtünü, tesettürün inceliklerini öğret hassasiyetini kaybetmiş yüreklere. Kâbe deyince, Arafat deyince için giderdi değil mi? Kıymetini anlat her yıl umre yapanlara, Beytullah'ın hakikatini, hikmetini öğret... “Her şey Allah’tan...” deyişlerinde hep kadere iman vardı senin; “kader” anlayışını öğret tartışıp duranlara... Teslimiyeti öğret. “İşittik ve itaat ettik”le yaşamayı öğret. Şimdiki masumiyetler, samimiyetler hep çocuklukta, küçüklükte kalıyor. Sen masumiyet öğret, samimiyet öğret büyüklerimize de...
Sen bu halinle Allah dedikçe ben halimizi düşünüp kahroluyorum anneanne. Senin o hesapsız ve riyasız Allah deyişlerini duydukça, içten olmayan sözlerimize kahroluyorum ben. Seni gördükçe, kapatıyorum kitabımı usulca. Kenara itiyorum önümüze koyulan onlarca kitabı. Vazgeçiveriyorum bize sunulan bütün o bilgilerden, eylemlerden, hedeflerden...
Sen de cicili bicili seccadelerle mi alışmıştın namaza? Sesli elif-ba’larla mı öğrenmiştin Kur’an okumayı?
Söyle anneanne, öyle Allahuekber demeyi nerden öğrendin? Diline, tutmuyorken bile, nasıl Allah dedirttin? Dilini tutamayanların, gıybetten bile koruyamayanların dünyasında, sen tutmayan diline Allah demeyi nasıl öğrettin? Hep okuduğun o takvim yapraklarında mı yazıyordu? Öğret bize de... Ama bilmek de yetmiyor, sen yaşamayı öğret anneanne. Ya da bilmiyorum, belki de öğrenmek yakışmıyor bu çağa...
Bilincini kaybetsen de imanını kaybetmemeyi nerden öğrendin sen? Elden ayaktan düşsen bile dilinden Allahuekber’i düşürmemeyi nasıl başardın? Her şeyi unutsan da Allah’ı unutmamayı nasıl? Ve nasıl özenmeyelim sana... Nasıl imrenmeyelim imanına... Hûşûsuz namazlarımız, hûşûsuz konuşmalarımız, hûşûsuz yaşantılarımız... Belki de ben başımı taşıyamıyorum anneanne. Tutmayan el, ayak; tutmayan dil benim belki de. Ayakta uyuyup namaza bile uyanamayanların dünyasında, sen belki bir daha uyanamamak üzere uyurken bile Allah diyerek...
Bir kitap da sen yazsaydın ya anneanne. Okurduk şimdi...
Yazıldı kitabın değil mi? Ölümle kapanan bütün kitapların açılacağı o gün, sevinçle okut bana da kitabını...
Rabbim sana merhamet etsin.
Yorumlar
Yorum Gönder