Ana içeriğe atla

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, at, bulut, gökyüzü, alacakaranlık, açık hava ve yazı


Değişmeyecek ilkelerin değiştirilmişliğine, değişmeyen Kitab’a iman ettiğini iddia ederek çağ çağ değişen insanlara bakıyorum. Bir şeyler değişsin isterken değişiveren, bir yıldız gibi kayan, dünyanın çelme takıp düşürdüğü koca koca adamlara bakıyorum. Cennete doğru yol almak üzere yola çıkan insanların ibresi dünyaya dönmüş pusulalarına, asıl yurdunu unutan Müslümanlara bakıyorum. Karşı çıkılırken kanıksanmış, alışılmış, normalleşmiş olarak karşımıza çıkan düzene bakıyorum. Batıp gidenleri, geçicileri sevmeyenlerin milletindenken biz, çizgisini kaybedip geçici dünyanın çekiciliğine aldananlara bakıyorum... “Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı büsbütün terk etti.” (Furkan-30)

Yazmak bile bu kadar zorken... Sızlamıyor mu yürekleri? “Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, doğru yolda olan, kötülüğü hiç istemeyen mü'min kimse gibi midir?” (Fatır-8)

Ben yangını yüreğimde hissediyorum. Ne zaman bu kadar büyüdü bu yangın? Ne zaman böylesine yayıldı, dört bir yanımızı sardı alevleri? Ve onları gördükçe, dinledikçe korkuyorum da... “Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme...” (Al-i imran-8)

Kalemimin döktüğü ağıtların yetmediği yerde gözyaşlarım dökülüyor. Ve bizi anlamayan insanlar bize engel olmaya da başlıyorlar. Ama andolsun Rabbim! “Zindan bizi davet ettikleri şeylerden daha sevimli bize...” (Yusuf-33)

Gidecek yer bulamasak da, hicret edecek yerimiz kalmasa da dünya üzerinde, kimimiz ensar kimimiz muhacir bizim. An an, gün gün, yıl yıl yiten o neslin süren ümitsizliğine rağmen, her doğan güneşle yeniden doğan ümitlerimizi dualarımızla besliyoruz. Kaybolan Müslümanlıklarda boğulan insanlığı gördükçe, dünyaya ayak uydurmamak için ve dünyalılardan olmamak için Rabbimize secde secde, dua dua yalvarıyoruz. Onların sahip çıkamayıp kaybettiği heyecanı biz de kaybetmemek için yüreğimizden okuduğumuz ayetlerle davamıza bir daha bir daha sarılıyoruz. Okuduğumuz her ayetle biraz daha, hikâyesini dinlediğimiz her peygamberle biraz daha ve peygambere yoldaş olmuş ashabın duyduğumuz her yiğitliğiyle biraz daha heyecanlanıyoruz. Ammar’lar, Yasir’ler, Ömer’ler, Ebu Zer’ler ve daha nice inanmış yürekler umut oluyor bize; inanmışlığımız, adanmışlığımız onlara benzesin istiyoruz. Zindanlar, ölümler, işkenceler yıldıramasın diye mücadelemizi ve dünya, rahat, refah kandıramasın diye bizi, gözlerimizi cennetlere dikiyoruz.

Kimilerini imanlarına kadar satın alan lanet para... Nice ahiretlere gölge düşüren basit makam-mevki... Rızana tercih ettikleri, uğruna cennetten vazgeçtikleri dünya... Helal nimetlerin yetemediği, fütursuzca yemelerin içmelerin doyuramadığı ruhlar... Buğz ediyoruz!
Gönderilen elçiyi alaya alan Samiri gibi, emri yerine getirmemek için sorular soran Yahudi kavmi gibi, Salih peygamberin devesini öldüren Semud gibi... Peygamberini dinlemeyen, emirlerini dikkate almayan, mühürlenen kalbiyle günahları hafife alan kavme buğz ediyoruz!
Kim olurlarsa olsunlar onlar olamaz bizim örneğimiz. Ve sayıca ne kadar kalabalık olurlarsa olsunlar çoğunluklara uymayız biz... Biz, hakk bildiği yolda babasını da karşısına alan, ateşlere atılan, koca şehre tek başına meydan okuyan İbrahim’e uyarız. Bizim örnekliğimiz bir buzağıyı bile Allah için kurban edemeyen kavmin tavrı değil, Allah için İsmailler kurban ettiren İbrahimi tavır... “İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden ve Allah'ı bırakıp kutsadıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.’ Yalnız, İbrahim babasına: ‘Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez.’ demişti. Ve o mü’minler şöyle dediler: ‘Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz de ancak sanadır.’” (Mümtehine-4)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğütler XXIX

  Sevgili oğlum, Henüz küçücükken sen, her şeyini ben yapayım isterdim. Seni kimseye bırakmayayım, her halini ben göreyim, ben hep yanında olayım... Ben koruyayım, ben kollayayım... Ben yeteyim, ben yetişeyim, ben yetiştireyim… Sana dair hiçbir anı kaçırmayayım. Düşününce, ‘oyuncağını uyurken bile yanından ayırmak istemeyen çocuk gibi’ belki. Sonra büyüdüm. Seninle büyüdüm ben de… Ve şimdi kız kardeşin büyüyor. Sen yürümeyi öğrenirken ben bırakmayı, sen konuşmayı öğrenirken ben susmayı, sen kendini bulurken ben yavaşça seni serbest bırakmayı öğrendim. Ve şimdi; ‘ben olmasam da yanınızda güzel insanlar olsun’ yanınızda istiyorum. Ben yanınızda olmasam da güvende olun. Ben kimim ki? Bazen ben yanınızda olsam bile koruyamam ki... Sevgili oğlum, çiçek kızım, Ben toprak olsam, siz güzel çiçeklerim; zamanla havaya, ışığa, gökyüzüne yöneleceksiniz. Topraktan bağımsız büyüyeceksiniz, yalnızca kökünüz kalacak bende. Ben bir koza olsam, siz mucize bir tırtıl; benden çıkıp kanatlanıp u...

Bahçemde Çiçekler Açtı

  Bahçemde çiçekler açtı, yüreğime bahar geldi. İçim renklendi, gönlüm şenlendi. Gözlerim yeşerdi, kalbim tazelendi. Yumuşadım, anladım, öğrendim. Büyütmedim büyüdüm. Benim istediğim zaman benim istediğim şekilde açmadı. Rabbimin istediği zaman, Rabbimin istediği şekilde, onun istediği renkte, onun istediği şekilde… Bahçemde iki çiçek açtı. Yerini sevdi mi? Işığı iyi mi? Toprağı ne zaman değişecek? Hangi gübre verilecek? Hep tedirgindim… Hassasiyetle sakındım börtüden böcekten. Rüzgârdan korudum, ayazda kalmasın diye ya örttüm ya örtü oldum kimi zaman. Güneşte kalmasın diye ya gölge buldum ya da gölge oldum. Güneşin, ışığın, suyun bile fazlasından sakındım. Nice kez korktum soldurursam diye… Bakımıyla, çapasıyla, budamasıyla yorulduğum da çok oldu. Üstüm başım toprağa bulandı, kirlendi de çoğu zaman. Kimi zaman belimi de büktü, ağrıttı. Kimi zaman kimi dalı, kimi yaprağı ellerime kopuverdi de nasıl içim gitti, zor dayandım.  Bazen çok suladım, bazen susuz bıraktım. Oysaki kend...

Dava Kardeşliği

Yan yana, sırt sırta, omuz omuza, dua duaya... Yürek yüreğe... Sen, ben yok! ‘Biz’ varız ve ‘dava’mız... Ve yol gösteren sevdamız... Biriz, beraberiz! Kardeşiz! Kan bağıyla değilse de gönül bağıyla... Bazen sevinçle, bazen kederle... Bazen umutla, bazen hüsranla... ‘Daha iyisi’, ‘en iyisi’ telaşıyla... Söz verdik! Vicdan rahatlatmaya değil samimiyetle yaşamaya... Sözleştik! Ucundan tutarak değil; adanarak, adayarak... Mevzu derin, menzil uzak, vakit dar, azık az... Vakit dar! Zaman kaçmasın, durduralım. Yıllar geçmesin, yakalayalım. Gülmelerle, eğlenmelerle, hatta sevmelerle oyalanmayalım. Havadan sudan konuşmayalım. Ne kalacak hepsinden geriye? Ne kalır bizden geriye? Seherler uyumak için değil, kalkalım. Gündüzler yetmiyorsa geceleri yaşayalım. Yaşayalım; yaşamaksa en uzununa talip olalım daha çok salih amel için, daha salih ameller biriktirmek için... Ve ölümse de en yiğitçesine, en şehitçesine hem de tereddütsüz talip olalım hiç ölmemek için... Randevu defterimiz hep dolu olsun....