Ellerini tutsam, başımı bağrına yaslasam, gözyaşlarımı saklasam, ağlasam... Ama kapatsam gözlerimi, yine bakamasam... Çocuk ey! Kurşun bakışlı çocuk! Gözlerin kâbus... Bakamam. Kaç çocuk var senin gibi? Şimdi sıra kime geldi? Daha kaç eksileceğiz? Kimleri kimleri ölümlere göndereceğiz? Çocuk ey! Omzumuza yüktür suskunluğun... Yakar canımızı o küskün duruşun. Bir kahır bize o sessiz çığlıkların. Bakma sen, biz yine duymazdan gelsek de... Damarlarımızda bir öfke kopuyor, az sonra geçip gitse de. Bakma, yine sahici bir öfkeyle öfkelenemesek de... Biz de bu düzenin mültecileriyiz. Biz de bu dünyanın vicdanının yoksullarıyız, -belki de yoksunlarıyız-. Kaçıp gidemediğimiz kadar korkuluyuz ve henüz ölemediğimizden yaşıyoruz. Oysa sana kurşun sıkanların dünyasından olmak istemiyoruz ve ölmelerinize engel olamayan bir hikâyeyle anılmak istemiyoruz. Sana koşan kurşunu görsek önüne atılırdık çoğumuz, inan. Çocuk ey! Oyunların, oyuncakların nasıl kanlandı? ...
Bâki kalacak birkaç hoş sadâ... Ölüp gittiğimde ardımda bir mezar taşından fazlasını bırakmak istiyorum zîrâ...