Sevgili oğlum,
El sallayıp arkanı dönüp koşa koşa gittiğin ilk günden beri boğazımla göğüs kafesim arasındaki yere, kursağımın yakınında bir yere bir yumru oturdu sanki. Daha dün kozası başında dört gözle beklediğim kelebek ne zaman kanatlandı da yuvasından uzaklaşır oldu? Sen alıştın ama ben hiç alışamadım. En güzel anlarımızı, en güzel anılarımızı sardığım pamuk mendillerden çıkarıp çıkarıp yokluyorum sen yokken.
Mutlu mutlu, istekli istekli gitmesen çekilir gibi değil. Her gün yeniden heyecanla hazırlanışın, her “Bugün gitme istersen...” deyişimde kabul etmeyişin… Hâlâ düşünüyorum Rabbimin emaneti olan o küçük eller ne zaman büyüdü ve el sallar oldu? Daha dün yalpalaya yalpalaya yürüyen o ayaklar ne zaman arkasını dönüp kendi başına uzaklaşır gider oldu? Nefesi nefesime bağlı, midesi yediklerime bağlı, hayatımın içindeki o hayat… Nasıl oldu da bu kadar erken bağımsızlaştı benden? Ne zaman göremeyeceğim kadar uzaklara gider oldu gözüm gibi baktığım?
Peki, ben ne zaman, nasıl ayrılmışım annemden? Bir anne nasıl ayrılır yavrusundan?
Peki, o anneler nasıl şehadete uğurluyor evlatlarını? Yakub(as) nasıl sabretmiş Yusuf’unun yokluğuna mesela? Hele Hacer(as) nasıl razı olmuş İsmail(as)’ine değecek o bıçağa?
Sevgili oğlum,
İşte dünya bu. Dünya bu kadar… Dünya ayrılık yeri… Hakiki kavuşmalar, sahici buluşmalar cennette…
Görünen o ki ayrılığın hiç olmadığı cennetin kapısına değin ara ara buluşup ara ara ayrılacağız. Kapıda bekleyelim birbirimizi, beraber girelim dördümüz, el ele...
O zamana değin adımların hep cennete olsun.
Ayakların hep cennetlere doğru yürüsün.
Yoluna hep seni cennete taşıyacak vesileler çıksın.
Ve biz de birbirimizin cennet vesilesi olalım.
El sallayıp arkanı dönüp koşa koşa gittiğin ilk günden beri boğazımla göğüs kafesim arasındaki yere, kursağımın yakınında bir yere bir yumru oturdu sanki. Daha dün kozası başında dört gözle beklediğim kelebek ne zaman kanatlandı da yuvasından uzaklaşır oldu? Sen alıştın ama ben hiç alışamadım. En güzel anlarımızı, en güzel anılarımızı sardığım pamuk mendillerden çıkarıp çıkarıp yokluyorum sen yokken.
Mutlu mutlu, istekli istekli gitmesen çekilir gibi değil. Her gün yeniden heyecanla hazırlanışın, her “Bugün gitme istersen...” deyişimde kabul etmeyişin… Hâlâ düşünüyorum Rabbimin emaneti olan o küçük eller ne zaman büyüdü ve el sallar oldu? Daha dün yalpalaya yalpalaya yürüyen o ayaklar ne zaman arkasını dönüp kendi başına uzaklaşır gider oldu? Nefesi nefesime bağlı, midesi yediklerime bağlı, hayatımın içindeki o hayat… Nasıl oldu da bu kadar erken bağımsızlaştı benden? Ne zaman göremeyeceğim kadar uzaklara gider oldu gözüm gibi baktığım?
Peki, ben ne zaman, nasıl ayrılmışım annemden? Bir anne nasıl ayrılır yavrusundan?
Peki, o anneler nasıl şehadete uğurluyor evlatlarını? Yakub(as) nasıl sabretmiş Yusuf’unun yokluğuna mesela? Hele Hacer(as) nasıl razı olmuş İsmail(as)’ine değecek o bıçağa?
Sevgili oğlum,
İşte dünya bu. Dünya bu kadar… Dünya ayrılık yeri… Hakiki kavuşmalar, sahici buluşmalar cennette…
Görünen o ki ayrılığın hiç olmadığı cennetin kapısına değin ara ara buluşup ara ara ayrılacağız. Kapıda bekleyelim birbirimizi, beraber girelim dördümüz, el ele...
O zamana değin adımların hep cennete olsun.
Ayakların hep cennetlere doğru yürüsün.
Yoluna hep seni cennete taşıyacak vesileler çıksın.
Ve biz de birbirimizin cennet vesilesi olalım.

Yorumlar
Yorum Gönder