Bir gece karanlığında açtığımız gözlerimiz, yerinde bulamadı hiçbir şeyi, kimsecikleri… Hiç bu kadar korkmamıştık karanlıklardan… Gecenin ardından gelen sabahın aydınlığında gördüğümüz manzaralara da dayanamadık. Bir Şubat sabahı daha şehadetlere uyandık. Üşüdük; daha önce hiç üşümediğimiz kadar… Başı sonu olmayan kuyularda nefessiz kaldık. Bazen koştuk ama yetişemedik. Bazen çabaladık ama sonu gelmedi. Çırpınışlarımız çaresiz kaldığında acizliğimizi, güçsüzlüğümüzü, hiçliğimizi hissettik. Titreyen gözyaşlarımızla nutkumuz tutuldu. Yine de gözyaşlarımızı sarıp sarmalayıp sakladık; çocuklar görmesin diye… Bundan önce sevip sahiplendiğimiz ne varsa dert olmuştu, yük olmuştu bedenlerimize. Başını kaldırınca gördüğü çatının bir gün yerle yeksan olacağını hiç düşünmezdi kimse. Harabeye dönen yuvasının enkazında kalacağını aklına getiremezdi hiç kimse. Onca gürültünün arasında başını iki elinin arasına alıp düşünen adamlarla hüzünlendik. Sevdiklerinin yüzüne son kez, çaresizce bakanların yanından geçtik; bakmaya dayanamadık. Evladının buz kesilmiş elini bırakmayanlar gördük; gözyaşlarımızı tutamadık. Dağ heybetinde adamların nemli gözlerine, ıslanan yanaklarına şahit olduk. Saramadığımız yaralarla biz de yaralandık. Nice ‘ah’lar duyduk; ürperdi yüreklerimiz. Oracığa gömdüğü evladının acısını diğer evladı için orada bırakıp yola düşenlerle kesişti yolumuz. Yine Yakup’ça sabır düştü hüznünü ve kederini yalnızca Rabbine arz etmeyi bilen yanımıza. Kimimizin eline kazması küreği, kimimizin eline duaları yakıştı. Kimimizin diline teselli, kimimizin diline metanet, kimimizin diline sükûnet yakıştı. Yaraları sarmaya koşan adamlar da gördük, biraz olsun su serpildi yüreğimize. Babasının elinden tutamayan çocukların elinden tutma derdinde olan adamlar gördük, bir nebze hafifledik. Bir de her şeye rağmen akletmeyenler, ibret almayanlar gördük; hayret ettik. Bazılarının nefretine şaşırdık, cüretkârlığından hayâ ettik. Biz, her şeyin O’ndan olduğunu bilerek… Coğrafyaların sahibinin Allah olduğunu bilerek… Dağların, yerin ve göğün; yolların ve sokakların; ayağımızın altındaki toprağın... Ailemizin, evlatlarımızın, sevdiklerimizin, hepimizin… Var bildiğimiz neyimiz varsa hepsinin… sahibinin Allah olduğunu bilerek… Bütün inişlerin ve yokuşların, bütün yolların ve sonların, bütün darların ve inşirahların sahibinin Allah olduğunu bilerek… O’nun adaletine yürekten iman ederek, hesap gününe gönülden inanarak… Sabrımızı kuşandık. Biz, imanımızla, inancımızla teselli bulduk. Yollarımızın nihayetinin ölüme çıktığını fark ettik. Tesellimizin adı ‘ölümsüzlük’ oldu. Cennette Rabbimizin lütfu ve rahmetiyle, sevdiklerimize kavuşmak, sevdiklerimizle buluşmak üzere…
"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır." (Bakara Suresi/155-157)

Yorumlar
Yorum Gönder