Ana içeriğe atla



Gözyaşının hiçbir ateşi söndürmediğini öğrendik, kaç zaman evvel kim bilir. Söndürecek gücün olmadığında alevlerden kaçıp uzaklaşmamanın yakmaktan, yanmaktan başka bir işe yaramadığını da… Yanmasak da alevlerin etrafında dönüp durmak is kokmak, kül yutmak, duman koklamak ve nefessiz kalmaktan başka bir şey de değildi, biliyorduk. Yine de, yine nefessiz kaldık onca isin, dumanın arasında…

İbrahim’in ateşine su taşıyan karıncanın hikayesi zihnimizin bir köşesindeydi. Ve hiçbir kötü hiçbir iyiye galebe çalamaz, kötülük de iyiliği yenemez; en iyi bilen bizdik. Hiçbir niyet boşa gitmez, hiçbir çaba boşa olmaz, en iyi bilendik… Ve biliyorduk; yaşam damarımızı, imanımızı, inancımızı, umutlarımızı kurutan yangındı asıl yangın. Hislerimizi yakıp kavuran, umudumuzu kurutan, kötülükleri kanıksatan, acılara alıştıran, kalplerimizi hissizleştiren, bedenimizi tembelleştiren, yarınlarımızı harcayan yangındı…

...

Vakit, karınca umudunun hatrına yola çıkma vakti o halde. Yola çıkanlar, dilini susturup yüreklerini konuşturanlar, gözyaşlarını yalnızca avuçlarına gösterenler, öfkelerini hayra kanalize edenler kazanacak ancak...

Kim ne derse dersin umut ekme, fidan dikme, tohum sulama vakti… Bir çocuğun zihnine, bugüne, yarınlara, yarınların toprağına, toprağa…

Öfkelendiğimiz yumruklarımıza, dert eden insanlığımıza, ağladığımız gözlerimize, tebessüm eden dudaklarımıza, teslimiyet gösteren dilimize, akl-ı selim zihnimize, âh! eden kalbimize sahip çıkma vakti…

Yola çıkma vakti… Sağımıza solumuza bakmadan, oyalanmadan ve arkamıza da bakmadan kim var diye… Yürüme vakti, benim düşmediğim yola kimse düşmez diyerek…

Vakit seferberlik vakti… Hüznümüzü, hissimizi kaybetmeden ama hiçbir acıya, hiçbir ağıta da alışmadan…

Toprağı okşayacaksın ellerinle, özünü ve menzilini hatırlayıp içten bir ah! ederek; eğilip su vereceksin gördüğün bir çiçeğe, sen de su vermezsen yanar kavrulur diye yeryüzünün tüm yeşili… Çiçeğe, kediye, köpeğe… Meyvesinden kuşlar yesin diye bir ağaç dikeceksin…

Çevrecilerden daha çevreci olacaksın emanet eden, hizmetkâr eden hatrına… Fütursuzca akıtmadan suyu, israf etmeden nice nimeti, sağa sola atmadan önemsiz görüp çöpünü, en azından hesap ederek camın, kâğıdın, plastiğin geri dönüşümünü... İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca misali… Kendini bil, içine dön; yangından kaç, yüreğini söndüremeyeceğin yangından koru, yangınlar söndürmeye bak. Üflemesini bilirsen alevleri önünde muma bile çevirir ateşin de Rabbi...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğütler XXIX

  Sevgili oğlum, Henüz küçücükken sen, her şeyini ben yapayım isterdim. Seni kimseye bırakmayayım, her halini ben göreyim, ben hep yanında olayım... Ben koruyayım, ben kollayayım... Ben yeteyim, ben yetişeyim, ben yetiştireyim… Sana dair hiçbir anı kaçırmayayım. Düşününce, ‘oyuncağını uyurken bile yanından ayırmak istemeyen çocuk gibi’ belki. Sonra büyüdüm. Seninle büyüdüm ben de… Ve şimdi kız kardeşin büyüyor. Sen yürümeyi öğrenirken ben bırakmayı, sen konuşmayı öğrenirken ben susmayı, sen kendini bulurken ben yavaşça seni serbest bırakmayı öğrendim. Ve şimdi; ‘ben olmasam da yanınızda güzel insanlar olsun’ yanınızda istiyorum. Ben yanınızda olmasam da güvende olun. Ben kimim ki? Bazen ben yanınızda olsam bile koruyamam ki... Sevgili oğlum, çiçek kızım, Ben toprak olsam, siz güzel çiçeklerim; zamanla havaya, ışığa, gökyüzüne yöneleceksiniz. Topraktan bağımsız büyüyeceksiniz, yalnızca kökünüz kalacak bende. Ben bir koza olsam, siz mucize bir tırtıl; benden çıkıp kanatlanıp u...

Bahçemde Çiçekler Açtı

  Bahçemde çiçekler açtı, yüreğime bahar geldi. İçim renklendi, gönlüm şenlendi. Gözlerim yeşerdi, kalbim tazelendi. Yumuşadım, anladım, öğrendim. Büyütmedim büyüdüm. Benim istediğim zaman benim istediğim şekilde açmadı. Rabbimin istediği zaman, Rabbimin istediği şekilde, onun istediği renkte, onun istediği şekilde… Bahçemde iki çiçek açtı. Yerini sevdi mi? Işığı iyi mi? Toprağı ne zaman değişecek? Hangi gübre verilecek? Hep tedirgindim… Hassasiyetle sakındım börtüden böcekten. Rüzgârdan korudum, ayazda kalmasın diye ya örttüm ya örtü oldum kimi zaman. Güneşte kalmasın diye ya gölge buldum ya da gölge oldum. Güneşin, ışığın, suyun bile fazlasından sakındım. Nice kez korktum soldurursam diye… Bakımıyla, çapasıyla, budamasıyla yorulduğum da çok oldu. Üstüm başım toprağa bulandı, kirlendi de çoğu zaman. Kimi zaman belimi de büktü, ağrıttı. Kimi zaman kimi dalı, kimi yaprağı ellerime kopuverdi de nasıl içim gitti, zor dayandım.  Bazen çok suladım, bazen susuz bıraktım. Oysaki kend...

Dava Kardeşliği

Yan yana, sırt sırta, omuz omuza, dua duaya... Yürek yüreğe... Sen, ben yok! ‘Biz’ varız ve ‘dava’mız... Ve yol gösteren sevdamız... Biriz, beraberiz! Kardeşiz! Kan bağıyla değilse de gönül bağıyla... Bazen sevinçle, bazen kederle... Bazen umutla, bazen hüsranla... ‘Daha iyisi’, ‘en iyisi’ telaşıyla... Söz verdik! Vicdan rahatlatmaya değil samimiyetle yaşamaya... Sözleştik! Ucundan tutarak değil; adanarak, adayarak... Mevzu derin, menzil uzak, vakit dar, azık az... Vakit dar! Zaman kaçmasın, durduralım. Yıllar geçmesin, yakalayalım. Gülmelerle, eğlenmelerle, hatta sevmelerle oyalanmayalım. Havadan sudan konuşmayalım. Ne kalacak hepsinden geriye? Ne kalır bizden geriye? Seherler uyumak için değil, kalkalım. Gündüzler yetmiyorsa geceleri yaşayalım. Yaşayalım; yaşamaksa en uzununa talip olalım daha çok salih amel için, daha salih ameller biriktirmek için... Ve ölümse de en yiğitçesine, en şehitçesine hem de tereddütsüz talip olalım hiç ölmemek için... Randevu defterimiz hep dolu olsun....