Vicdan, ahlak, sağduyu
rafa kalktığında; haklıya hakkı verilmediğinde; Allah'ın koyduğu sınırlar
aşılıp nefsin esiri olunduğunda; göz dünyayla boyandığında ve insan insana
kıydığında elden gidiyor adalet... İnsan insana kıyar mı? Kıyıyor. Bombalara, silah seslerine, ölümlere, zulümlere alışılır mı?
Alışılıyor. Susar mı koca dünya? Susuyor. Sus pus oluyor; sinsice kılıflarla ülkeleri,
milletleri ya piyonlar kullanarak ya da kendi elleriyle bombalayarak bölüp parçalayıp
yönetme planları yapıyorlar. Bir yandan barış naraları atarak gürültüleriyle
silah seslerini bastırıyor bir yandan da hedef belirledikleri coğrafyalara ölüm
yağdırıyorlar. Ölüden yalnızca bir nefes fazlası olanlar gücü eline alınca, dünya
adalete hasret kalınca, insanlık susunca oluyor hepsi... Kâh öfkeleniyor,
yumruk sıkıyor; kâh hüzünleniyor, gözyaşı döküyor; kâh şikayetleniyor, en yüce
makama el açıyoruz. O kanlı gürültüleri saklayan barış naralarından vicdanının
sesini duyamayanlar bir yana dursun; bütün insanlığı kurtarmakla eşdeğer
bildiği bir canı kurtarmanın derdine düşenler bilir ki herkes kendine yakışanı
yapar, kendi ahlakıyla yaşar. Biz Muhammed ahlakıyla yaşarız. Biliriz ki, “Savaş
ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.”[1] Ve
biliriz ki, “Onlar bizim öğretmenimiz değil.” [2]
asla. Onlara benzemeyiz; dünyaya kanmaz, kulluğumuzu unutmaz, gayemizden şaşmayız.
İnsafımız yücedir bizim; insanlığımız diri, vicdanımız kavi... Yürek sızımız
dinmedi ve kalbimiz kapkara, kaskatı kesilmedi. Biz kendi ahlakımızı
sergileriz.
Biz Muhammed
ümmetiyiz; bir bedenin azaları gibiyiz. Birimizin ayağına diken batsa bizim
canımız yanar. Bir kalbe hüzün düşerse bizim kalbimiz acır. Bir yerde biri
ağlasa bizim gözümüz yaşarır. Bir yere ateş düşse bizim yüreğimiz yangın yerine
döner. Mazluma din, milliyet sormayız. Zulme rıza göstermez, boyun eğmez; korkusuzca
direnir; kim olursa olsun zalim olana hesap
sormaya ayaklanırız. Her acıda payımız, her yangında hissemiz, her
zulümde mesuliyetimiz var biliriz. Komşusundan bihaber olamayan, komşusu aç
iken tok yatamayanlardanız. Yüreğimizi kıtalara açar, dualarımızı milyonlarla
paylaşırız. Adaletten ırak kalmış dünyayı görünce karada gemiler yaparız;
yetmez, nicelerini de o gemiye almaya uğraşırız. Yangından kaçan değil;
yananları kurtaran, yangını söndürenler oluruz. Biz, o kendisi ihtiyaç içerisinde de olsa kardeşini önceleyen en hayırlı neslin
izinden ayrılmayız; yalnızca kendi derdine düşen, kendisi için yaşayanlardan
olamayız. Oracığa gömdüğü evladının acısını
diğer evladı için orada bırakıp yollara düşenlere, sınırlar geçenlere ensar
oluruz. Şehadete ermiş evladına son
nefesinde “La ilahe illallah” dedirten anneler görür ağlarız. Yangın yeri olan yuvalarının
küllerine odun taşıyanlara yanarız. Kırılan
dallarını binbir umutla, yeniden yeniden sulamaya duranlarla beraber su
taşırız. Cennette yalnızca ekmek düşleyen çocuklar görünce kursağımız tıkanır.
Saramadığımız yaralarla yaralanır; şahidi olduğumuz nice mazlum ahlarla
ürpeririz. Çünkü biliriz; zalimin kurşunu
ıskalar da mazlumun ahı ıskalamaz. Zulmün, bozgunculuğun, fitnelerin,
adaletsizliklerin kol gezdiği dünyada hiçbir şeyi dert etmeden yaşayamayız biz.
Ümmet-i Muhammed’iz; dünyanın hasretle beklediği adalet ancak bizim kitabımızla,
bizim ilkelerimizle sağlanır.
Mensubu
olduğumuz ‘İslâm’ sulh, selamet, huzur demek
ya... Biz de her birimiz adı ‘Müslüman’ olan birer barış güverciniyiz başka
başka diyarlarda. Bazen İstanbul'da, bazen Beytullah'ta, bazen Aksa’da, bazen
Mostar'da... Her güvercin biziz. Kanat çırpıyor hakkı götürüyoruz gittiğimiz
yerlere; hak olanı söylüyoruz her yerde. Belki kimimizin kanadı kırık
Filistin'de, Suriye'de, Mısır'da, Afganistan'da, Bosna'da... Kimimizin yuvasını
bozdular, yavrularına kıydılar belki... Ama yine de kanat çırpıyoruz özgürlüğe,
adalete, selamete... Çağın gürültüsü bastırabilir belki kanat seslerimizi;
gözünü kan bürüyenler göremeyebilir belki gayretimizi; gücü eline alanların
öfkesi korkutabilir belki bizi... Ama yine de biz çabalayacağız ve kazanacağız.
"Kazanacağız, çünkü ahlaklı olan biziz.”[3]
Bilge’ce bir iştir bu. Gözü doymayan, topraklara sığmayan, gözünü toprak bile
doyurmayanlar; gözlerini faniye değil ötesine diken, ellerini göklere, gönlünü
de cennetlere açanlara galip gelemez ki... Barışa, adalete, hakkaniyete kanat
çırpıyoruz biz; bazen güvercin gibi barışı simgeleyerek, bazen karınca misali
ateşlere bir damla da olsa su taşımaya yollara düşerek, bazen kelebek gibi nice
fırtınalara yön vererek... Hele bazen de mavi kelebekler gibi; toprağın
üstündekilere toprağın altından mesajlar vererek...
Her birimiz adı
Müslüman olan birer barış güverciniyiz başka başka diyarlarda... Her güvercin
biziz. Mekke'yi fetheder gibi, dört koldan yayılırız dünyaya... Hani Mekke’nin
Fethi’nde “Size karşı konulmadıkça, size saldırılmadıkça, hiç kimseyle
çarpışmaya girmeyeceksiniz, hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz.”[4]
demişti ya Allah Resulü; tam da öyle... Hudeybiye'yle, fetihle; O’nun
örnekliğinde... Dünyanın bütün kötülüklerine rağmen; iyi adımlarla, iyi
kalplerle, iyi niyetlerle, iyi hayallerle; insanların iyilik bilmediği, iyilik
görmediği, iyi olmadığı, iyi kalamadığı yerlerde bile... Zaten, “Biz de
zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Kitaba uyacağız.”[5],
değil mi? Kitabımıza uyacak, zulme ahlaklıca karşı koyacak, iyi olacak, iyi
kalacağız ve hatta sonra onları da göreceğiz ‘dine girerlerken bölük bölük’[6];
çünkü “Hak gelir, batıl yok olup gider.”[7].
Biz savaşları değil onları kazanma derdindeyiz. Biz onlardan intikam alma
değil, onları da kurtarma niyetindeyiz. İnanç biriktiriyor, umut ediyor, umut
ekiyoruz ki; tek bir kişinin hidayeti nice kızıl
develerden daha kıymetli, nice dünya nimetlerinden daha hayırlıdır bizim için. Haktan
yana olduktan, adaleti koruduktan, ilkeli durduktan sonra bütün silahları
gömelim biz; bütün kılıçlarımız kınına... Kalmasın duadan gayrı silahımız;
zeytin dalları uzatalım her yana. Bütün güvercinleri uçuralım; dünyayı güvercin
beyazına boyayalım. Beyaz beyaz güvercinlerle beyaza boyayalım dünyayı.
Saflığın, masumiyetin, temizliğin, dürüstlüğün rengi beyaza... Bir daha hiç kan
rengi kırmızıya bulanmamak üzere... Emperyalist düşlerle, reel-politikle
kirletilmemek üzere... Bomba kalıntılarıyla kararmamak; yıkıntılarla,
viranelerle griye dönmemek üzere...
Ahlakı
düşmanının bile emin bildiği, el-emin dediği peygamberden öğrendik biz.
Merhameti de seferde karşılaşılan köpek yavrularına şefkat edip koca ordunun
güzergâhını değiştiren o peygamberde gördük. O peygamber ki, Yesrib’ten
Medine’ye varan yolda, işe kardeşlikten başlamış; nice farklı inanç ve
kültürleri adalet çatısı altında bir etmiş, herkes için hakkaniyet tesis
etmişti. Münevver Medine’sinde O ve yönetimi emindi; herkes güvendeydi,
mutmaindi.
Barışı adı
İslam olan medeniyetimizden bildik biz. Cebrail’in tedrisatında öğütlendiğimiz
hak ve adaleti Halife Ömer(ra)’den devraldık; Ömer’ce yaşadık. O Ömer ki,
Kudüs’ü fethettiğinde halka verdiği emanla canların ve malların güvende
olduğunu, ibadetgâhlara dokunulmayacağını, halka hiçbir zorluk yaşatılmayacağını
duyurmuştu. İşte biz böyle hakkaniyetle güçlü olduk, adaletten güç bulduk. Üç
kıtaya hükmetmeyi merhametle, hoşgörüyle hak ettik. Asırlarca, nesillerce,
kıtalarca barışı, adaleti yaşattık Fatihlerle, Kanunilerle, Abdülhamidlerle;
Nil’den Tuna’ya, Balkanlardan Bosna’ya... İki taraf vardı; biz hakkı seçip
batıla karşı durduk hep. Kabil’e karşı Habil, Firavuna karşı Musa, Nemrut’a
karşı İbrahim, Ebu Cehil’e karşı Hz. Muhammed(sav), Yezid’e karşı Hüseyin
olduk. Tarih tanıklık etti ki, mazlum olmayı seçtik yine de zalimlerden olmadık
biz. Bizi koparan elde bile kokumuzu bırakmayı seçtik, çiçek gibi... Geçtiğimiz
her yerde hakkın, hakikatin, barışın, adaletin kokusunu bıraktık. Bizi toprağa
gömseler bile tohum olup yeşermeyi bildik biz, Bilge Lider’in dediği gibi.
Tohum olup yeşerip yeşertmeyi; oksijen olmayı dünyaya...
Yine o ahlakla,
o hassasiyetle yeniden ikame edeceğiz adaleti güneşin doğup battığı her
yerde... İlk başta bileceğiz ki, adaletimizi kaybedersek her şeyimizi
kaybederiz. Devlet işlerinde kullandığı mumu, kendi özel işlerinde kullanmaktan
imtina eden Ömer gibi olarak kendimizden başlayacağız işe. Fırat kıyısında bir
deve kaybolsa, bizden sorulur bileceğiz. Kurduğumuz
güzel hayallere kendi dünyamızın ötesini sığdıracağız. Belki sadece birbirimize
selam vererek, aramızda selamı yayarak
başlayacağız işe; belki tanıdığımız tanımadığımız herkese tebessüm ederek...
Kolumuzu uzanabildiği yerden geri tutmayarak... Kendimizden başlayacağız. Hak ile batılın şu kıyamete kadar bitmeyecek kavgasında arada kalmayacağız.
Her şey olup bitiverirken yalnızca uzaktan izliyor olmaktan ar edeceğiz.
Güçlüden yana taraf olmayacak, sesi çok çıkana inanmayacağız. Dengelere
sığınmayacak; her türlü hakka riayet edeceğiz.
Kalbimizin sızısı dinmeyecek ve bu düzene alışmayacağız. Gürültülere kapılıp kalbinin sesini duyamayanlardan olmayacak; her adımda kalbimizi yoklamayı, vicdanımıza sormayı şiar bileceğiz
biz. Dirilecek yeniden Ömer’in adaleti; güneş gibi doğacak yeryüzüne, ısıtacak
kalpleri ve barıştıracak tüm kardeşleri... Savaşımız, kavgamız bile hak adına, iyilik
adınadır bizim. Adalet dünyayı kuşatınca; sevgi ve merhamet dört bir yana
yayılınca; bütün yürekler fetholununca; kin, nefret bilmeyince insanlar ve insanlık
tüm coğrafyalarda kazanınca bitecek bu kavga, dinecek bu hasret. İşte o zaman saadet
asrına dönecek, âdeta cennetleşecek dünya; biz de o zaman seveceğiz, o zaman
benimseyeceğiz dünyayı.
Adalet
ancak bizim ilkelerimizle, bizim kitabımızla sağlanır. Kitaba uyacak, ilkeli
kalacağız. İlkelerimizi O’nun önderliğiyle belirlediğimiz rahmet peygamberine
sadakatle... Ömerlerin adaletinin örnekliğiyle... Barış diyarı Kudüs’ü
asırlarca selamet içre tutan Osmanlı’ya hürmetle... O günlerden bugünlere, emperyalizmin
kıskacında da olsa mazlum olmuş ama asla zalimlerden olmamış şanlı tarihe sahip
olmanın izzetiyle... Dünyanın hasretle beklediği adalet ancak bizim
ellerimizle... O adalete kanat çırpıyoruz; yakındır. Ne diyordu o meşhur
marşta;
“İnananlar geliyor; hakkı hâkim kılmaya / Batıla ‘dur’ diyerek, adil düzen kurmaya
Adil düzen kurulur, zulümden kurtulunur / Mazlumun yüzü güler, insanın huzur bulur
Yeni bir gün doğuyor, bu diyarın bağrına / Karanlık terk ediyor, yerini aydınlığa
Özlemle o günleri bekleriz çoktan beri / Kurtuluş insanlığa Hakk’ın adil düzeni
Cihat Allah’ın emri, vaktimiz yok durmaya / Batıl hüküm sürerken hakkım yok uyumaya
Kurtuluş adil düzen, taklitçi zihniyetten / Zulümsüz, sömürüsüz halka hakça bir düzen
Zafer inananların hakkıdır, olacaktır / Sabret sen ey arkadaş; nur tamamlanacaktır!”
“İnananlar geliyor; hakkı hâkim kılmaya / Batıla ‘dur’ diyerek, adil düzen kurmaya
Adil düzen kurulur, zulümden kurtulunur / Mazlumun yüzü güler, insanın huzur bulur
Yeni bir gün doğuyor, bu diyarın bağrına / Karanlık terk ediyor, yerini aydınlığa
Özlemle o günleri bekleriz çoktan beri / Kurtuluş insanlığa Hakk’ın adil düzeni
Cihat Allah’ın emri, vaktimiz yok durmaya / Batıl hüküm sürerken hakkım yok uyumaya
Kurtuluş adil düzen, taklitçi zihniyetten / Zulümsüz, sömürüsüz halka hakça bir düzen
Zafer inananların hakkıdır, olacaktır / Sabret sen ey arkadaş; nur tamamlanacaktır!”
Yorumlar
Yorum Gönder