En hayırlı neslin ebedi diyara göçmesinin ardından asırlar geçti. Ahir dedikleri zamana, yetim bir asra doğduk adeta. Garip; garip kalmış bir asra... En hayırlı neslin izinde olduğu iddiasında olan müslümanların dahi dünyanın kıskacında olduğu bir asra... Yanıyor ölüden yalnızca bir nefes fazlası olan nice insanın doldurduğu sokaklar, caddeler, hatta evler... Bizi de etkiliyor bu yangın; önümüz, arkamız, sağımız, solumuz, bugünümüz, yarınımız... Ne için yaşıyoruz, neler yapıyoruz, neler uğrunda yorgunluk çekiyoruz? Amaçsız, dertsiz tasasız, asıl gayesini unutan, boşluğa sürüklenen bir nesil içinde kaldı bedenlerimiz. Yangının yan etkisi midir bu? Uyuştu beyinlerimiz... Yangını söndürme derdinde olan kimse yok! Her anında, her saniyesinde, her zerresi ve her saniyesiyle Allah’ın dinini yaşamaya ve yaşatmaya, İslam’a şahit ya da şehit olmaya ve Allah’ı buna şahit kılmaya yaratılan insan Nuh’un gemisinin dışında, tufanda kaldı. Oysaki, değil gemiye binmek; yorulmadan karada gemiler yapmakla, nicelerini gemiye almaya uğraşmakla, kendini bu davaya adamakla mesuldü.
Yeryüzünde Allah’ın halifesi kılınan ve insanlığa önderler olması emredilen Müslümanlar bile, yaşantılarının sıradanlığıyla, dertlerinin basitliğiyle, nefislerinin acizliğiyle mağlup oldu. İhya olunmayı bekleyen Mekke için, fetholunmayı bekleyen Beyt-ül Makdis için, zulüm gören binlerce mazlum için, uyanmayı bekleyen koskoca ümmet için bu davayı sırtlanması beklenen Müslümanlar dünyalıklarla, ganimetlerle, nefisle, şeytanla oyalanır durur oldu. En bilinçli dediklerimiz haftada bir, bir ders halkasına katılıp rahatlayanlardan ibaret. Algılarımız değişti. Hiçbir şey yapmayanlarımız alelade kıldığı bir namazla, ibret almadan okuduğu birkaç ayetle, başına doladığı bir örtüyle, haftada bir katıldığı sohbetle, infak sanıp elinden çıkardığı eskileriyle ya da elindeki üç beş kuruşla kendini tatmin ediyor. Çağın Müslümanları, kimliğine bürünüp hayatlarına geçiremedikleri bu dinin altında koskoca bir enkaz... Müslümanın hayatını, amacını, kaygısını ötekinden ayıramaz olduk. Şeytanın tuzağına düşmüş Müslümanlar, nefsinin nemrutluğuyla başbaşa, Züleyha’ya kanar gibi dünyaya kanmış, amaçsızca, etkisizce, bir hiç gibi yaşıyor. Cihad meydanları bomboş! Dar’ul Erkam bomboş! Akabe bomboş! Okçular tepesi bomboş! Ömerler, Selahaddinler, Fatihler neredeler? Nerede Allah’ın davasını dert edinecekler, İslam’ın yükünü yüklenecekler, ümmet için uykusuz kalacaklar, İslam Devleti için projeler üretecekler?..
Konuşup duranların ötesinde, bütün konuşulanlardan öte, tek bir kelam için ve o kelamı hâkim kılmak için yaşayanlar bekleniyor: La İlahe İllallah! Susmasıyla da konuşmasıyla da bu davayı savunacaklar bekleniyor. Bütün İslam âlemini yüreğine sığdırabilenler bekleniyor. Utanmadan Allah’ın karşısına çıkarılabilecek salih ameller bekleniyor. Allah’ın dinine adanmış yiğitler bekleniyor. Bu davayı yüklenecek, bu dini yükseltecek nesiller bekleniyor. Nice binlere galip gelecek birler bekleniyor.
En hayırlı neslin ebedi diyara göçmesinin ardından asırlar geçti. İhtiyacımız olan; en hayırlı neslin önderliğin(d)e yola çıkmak. Bu yola baş koyacağız, onlar gibi. Yeri gelecek Hacer’ül esvedin bir ucundan tutacağız, yeri gelecek Uhud’da ne yana dönse bizi görecek Allah Rasulü. Kızgın çöllerde yanmaya talip olacak ama ille de “Ehad!” diye haykıracağız. Biz hep birlikte Kur’an’ın ipine sımsıkı sarılacağız ve Allah bir tutacak bizi, diri tutacak. Bazen Allah’ın Musa’ya gönderdiği Harun gibi kardeşlerle destekleneceğiz, bazen Bedir’deki gibi Allah’ın görünmez ordularıyla... Ateşin düştüğü yerde olacağız ama yanmayacağız, ateşi söndüren olacağız. İbrahimi duruşumuz asırlar aşacak, örnek olacak. Biz yoluna yöneldikçe, yolunu adımladıkça Allah’ın vaadiyle yollar açılacak da açılacak; kolaylaştıkça kolaylaşacak: “Bizim uğrumuzda cihat edenleri elbette yollarımıza eriştireceğiz.” Ankebut-69
Yorumlar
Yorum Gönder