
Daha çocuk denecek yaştaydık evine gelen misafirine evinde kalan son bir tas çorbayla ikramda bulunmak için odanın kandilini söndüren, eşinin ve çocuklarının karnını doyurmayı yarına erteleyen ve kendisi de boş kaşığı ağzına götürüp getirerek ona eşlik eden Ebu Talha’nın örnekliğini öğrendiğimizde. Ebu Talha ve ailesi evlerine gelen misafire ikram ettikleri bir tas çorba sayesinde Allah’ın rızasıyla müjdelenmişti. Ebu Talha’yı müjdeleyen peygamber bizi de müjdeledi, “Misafir, bir topluluğa geldiğinde rızkıyla beraber gelir. Ayrıldığında da o topluluğun günahlarını bağışlatmış olarak ayrılır.” diyerek.
Bütün hayatımız olduğu gibi misafir ağırlamamız ve misafirliğimiz de Allah'ın rızasını kazanmak içindir. Davetlerimiz ev düzenimizle, misafirlerimize açtığımız gönül evimizle, hassasiyetlerimizle, haremlik-selamlık prensiplerimizle ‘takva sahiplerine önderler olmak’ dualarımızdandır. Evlerimizi de buna göre düzenleriz, misafir için bir köşemiz her daim mevcuttur. Misafir rahmettir, berekettir, rızkıyla gelir, bereket getirir; öyle iman ederiz. Misafir ağırlamak sünnettendir, Müslüman kardeşler arası uhuvvete vesiledir. Misafire ikramda bulunmak bize peygamberimizin sünnetidir; fakat bizim peygamberimiz sadeliğin, zühdün peygamberidir; ikramda da ‘sadelik’ esastır. Sofralarımızı şükürle donatırız, İsrailoğullarının doyumsuzluğuyla değil. Sünnete uygunluğuyla, bereketiyle peygamber sofrasına benzetiriz; binbir çeşidiyle Karun sofrasına değil.
Günler öncesinden başlanan, sabahlara akşamlara kadar süren hazırlıklar, çeşit çeşit yiyecekler-içecekler, tatlılar, tuzlular, sıcaklar, soğuklar değildir sünnette bahsedilen; israfsız, masrafsız, zahmetsiz, külfetsiz, gösterişsiz bir sofradır. Müslümana yakışan evini, eviyle beraber de gönlünü açarak, Allah'ın sevdiği bir iş bilip bir tas da olsa çorbasını, iki lokma da olsa ekmeğini paylaşmaktır. Çeşit yanına çeşit koyulan, ‘mahcup olmamak’ adına kapıdan pencereye bütün ev elden geçirilen, ev içi bütün programları askıya aldıran, inkâr edilse de nice nice zahmetlere girilen bir ziyaretten başka bir şeydir müslümanın misafirliği. İkram faziletlidir fakat herkes elinden geleni sunar, imkânı el vereni, gücü yeteni... Ve sofralarımız birbirimizin üzerinde ‘o yaptı, ben yapmazsam olmaz’ gibi bir mahalle baskısına da neden olmaz asla; biliriz ki ecrimizin hepsini zayi eder; karşılık beklemek Müslümana yakışmaz. Ashabının kendisi için özel bir şey hazırlamasına asla müsaade etmeyen peygamber efendimizin örnekliğinde, misafir ayırt etmeden, makam, rütbe önemsemeden her misafire aynı muamelede bulunuruz. Ne beylerimiz misafir gelecek diye her zamankinden farklı olarak "Şunu da yap, bunu da yap”larla hanımının başına dikilir; ne de hanımlarımız saatler süren hazırlıklarla bütün işlerini aksattığı, ertelediği bir gün geçirir.
Müslümanların bir arada olduğu ortamlara rahmet indiğini biliriz, davetlerimizde de ziyaretlerimizde de. Gittiğimiz evlere rahmet, bereket götürdüğümüzü bilerek icabet ederiz davetlere. “Kendini yorma kardeşim, zahmet etme.” derken samimiyetle söyleriz. Gittiğimiz evlerde aynanın lekesine, halının kirine, vitrinin tozuna bakmadığımız gibi; gelen misafirlerin de muhabbetimizden, samimiyetimizden başkasına bakmayacağını biliriz. Yeri gelir evini peygamberin evi kılan Erkam’ın evi gibi olur evimiz, yeri gelir İslam’a davet için ziyafetler verilen Hatice’nin evi gibi... Bazen Medine’ye varan Mus’ab’ın konakladığı Esad bin Zürare’nin evi gibi olur, bazen alt katı değil üst katı peygambere tahsis edilen Ebu Eyyub el-Ensari’nin evi... Gayemiz Allah’ın rızasını kazanmak olduğu sürece korkmayız misafir davet etmekten; Allah’ın rızasını kazandıracak bir salih amel biliriz. Ebu Talha’nın bir tas çorbayla kazandığı rızaya talibiz.
Yorumlar
Yorum Gönder