
Affet çocuğum, binbir merhamet, binbir endişeyle sana yazdıklarımı anlamayanların anlamazlıklarına meydan okurcasına sermişim buralara.
Affet, sana mektuplar yazdığım bu mecra tufan... Sana seslenirken sanki dalgalardan cılız kalıyor sesim. Kurtuluş gemisini yakalamakken derdim, sele kapılmış gibiyim sana dairlerimi dökerken buralara...
Seller selamet ola!
**************************************
Anladım ki, hiçbir mahremiyetin mahrem kalmadığı, hiçbir muhabbetin gizli, sırlı, saklı kalamadığı bu düzende, ben ‘sana dair’lerimi her şeyden, herkesten sakınmalı, saklamalı, korumalıyım çocuğum. ‘Sosyal medyanın kiri’ hiç değmemeli hele...
Herkesin her şeyi ‘göstermelik paylaşma’ya endeksli yaşadığı düzene tepkimdir, gün gelip sahibine varana dek, mektuplarım kendimdedir.
Yazmayacağım.
Yazsam da anlamayacaklara hiç yazmayacağım, anlamayacaklar...
Anlamayacaklar... Zekeriyya(as)’nın nesil dualarını hiç duymamışlar gibi: "Rabbim, bana katından tertemiz bir soy armağan et."
Hanne’nin Meryem duasını, Meryem’den çok öncelerde ettiğini bilmiyorlarmış gibi.
Meryem’e dair planlarının, Meryem’i adayışının Meryem’den çok önce başladığını bilmiyormuş gibi anlamayacaklar...
Ve anlamayacaklar...
Henüz İsmail(as) doğmadan ona dualar eden, asırlar öncesinden ettiği dualarla oğlu İsmail(as)’in nesillerini elleriyle inşa eden İbrahim(as)’e iman etmemişler gibi...
İbrahim peygamberin çocuğu olmazken ettiği nesil dualarına hiç ‘âmin’ dememişler, demiyorlarmış gibi...
Ne demişti âlemlerin önderi(sav): “Ben dedem İbrahim’in duasıyım.” ...
Anlamayacaklar...
Yorumlar
Yorum Gönder