Ana içeriğe atla

Sadelik Üzerine


“Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade hayat îmandandır; sade yaşamak îmandandır.” (Ebû Dâvûd, Tereccül, 2)


“Âdemoğlunun şunlar dışında bir hakkı yoktur: Oturacağı ev, bedenini örtecek elbise, yiyecek ekmek ile su koyacak kap.” (Tirmizî, Zühd, 30)



“Âdemoğlunun altından iki vâdîsi olsa, ister ki üçüncüsü olsun. Onun ağzını ancak toprak doyurur. Allâh -celle celâlühû- tevbe edenlerin tevbelerini kabûl eder.” (Buhârî, Rikak, 10)



“Allâh’ım! Muhammed âilesinin rızkını kendilerine yetecek kadar ihsân eyle.” (Buhârî, Rikak, 17) 





Yalnızca atık birkaç damla sudan yaratılmış; kan, et ve deriden ibaretken hevesi, arzusu, isteği bitmeyen insan, istediklerinin hepsini bir anda elde etse nefsini hiç düşünmeden yeni şeyler isterken buluyor. Cennete yakinen inanmış olsa cennetlik bir ebedi hayat arzusuyla dünyaya ve dünyalıklara asla tamah etmeyecekken, nefsinin dünyaya imanını yalanlarcasına tenezzülüyle ahiretini harap ediyor. Sahip olduğu her şey ‘imtihan’ken ve ‘emanet’ten başka bir şey değilken, çağın tüketim kültürü ve lüks yaşam algısı, doyumsuzluk girdabına ittiği nefsiyle, insana kendi ihtiyacını unutturuyor. Dünya mü’min için rahat etme yeri değilken cenneti unutturmaya programlanmışçasına reklamlarda, sosyal medyada, tüm şatafatıyla dört bir yanda sunulan ve insan nefsini okşayan, gezmekten, eğlenmekten, rahat etmekten ibaret yaşam, insanı iç âleminden uzaklaştırıyor. Sahip olunan ne kadar çoksa hesabı o kadar zor olacakken, yola ‘başını sokacak bir ev’ için çıkanlar, masraf masrafa kapı açtığından yolun sonunu göremez oluyor böylelikle harcanan paradaki ‘fakir, yoksul hakkı ve sadaka payı’ da harcanmış oluyor.

Her istediğini elde ettikçe, her arzusuna ulaştıkça acziyetini ve kulluğunu unutan insan, Batı’dan gelen ve bütünüyle bizim toplumumuza da yerleşen tüketim kültürüyle ve kapitalist zihniyetle şımarıklaşıp, para kazanmaktan, daha fazla kazanmaktan... almaktan, harcamaktan, tüketmekten, tüketmekten, tüketmekten... ibaret bu yaşam tarzından korunmak için insanda ne için yaşadığının farkındalığının olması gerekir. Gerek giyim kuşamında gerekse yaşam tarzında, vakarına ve tevazuuna zarar verecek ihtiyaç fazlası, lüks, gösteriş Müslümana yakışmaz. Kendi aralarında dünyadan konuşan sahabileri “İşitmiyor musunuz?! İşitmiyor musunuz?! Sade hayat imandandır; sade yaşamak imandandır.” diyerek ikaz eden Allah Rasulü bizlere dünyanın gösterişinden, süsünden, lüksünden kaçınmayı ve böylelikle savurganlıktan ve israftan da uzak, mü’mince bir hayat modeliyle yaşamayı öğütlemiştir. Allah Rasulünün öğütlediği şeyin fıtri olan olduğunu bilerek, yaşamı fazlalıklardan arındırıp kolaylaştırmak, dünyanın süsüne, gösterişine dalmaktan kaçınmak, ihtiyaç kadar olanla yetinmek, insanların buğz veya haset etmesine neden olacak lüksten de pejmürde bir görünümden ve perişanlıktan da uzak, orta yollu mütevazı bir hayatı tercih etmek mutedil olandır.

Doymak bilmeyen nefsimize ihtiyacımız kadarıyla yetinmeyi öğretmezsek, iftar vakti önüne getirilen sofraya bakıp ağlamaya başlayan Abdurrahman bin Avf’ın girdiği o cennete girmeyi hak edemeyeceğiz: “Musab b. Umeyr (ra), Uhud Savaşı’nda şehit edildi. O, benden daha hayırlıydı. Ama onu kefenlemek için bir hırkadan başka bir şey bulunamadı. O hırkayla başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açıkta kalıyordu. Uhud günü Hz. Hamza da şehit edildi. O da benden hayırlı idi. Ona da bir hırkadan başka kefen bulunamadı. Şimdi ise dünyalık ne varsa hepsine sahip olduk. Şundan korkuyorum: Acaba yaptığımız bütün iyiliklerin mükâfatı bize dünyadayken peşin olarak mı verildi?”

Abdullah İbnu Yezid dâvet edildiği bir yerde tezyin için duvara örtülmüş örtüyü görünce içeri girmez, oturup ağlar. Sebebi sorulunca: "Nasıl ağlamayayım, Hz. peygamberin "(...) Dünya size galebe çalacak (...) siz bir elbiseyle evden çıkıp, bir başka elbiseyle geri döneceksiniz, evlerinizi de Kâbe'yi örter gibi örteceksiniz."(...) dediğini duymuştum." der.

“Ben nefsimi temize çıkarmam.” Yusuf-53


...


Ey nefsim!
Dünyanın isi pası gönlüne bulaşmış bak, katran karası.
Ve sen, inandığını iddia ettiğin cennete dünya kadar uzaksın.
Ciğerlerine işleyen çağ ve ruhunu bürüyen doyumsuzluk var cennetle aranda,
dilinle ahvalin, imanınla tavrın çelişkide...

Ey nefsim!

Hiç ölmeyecek gibisin, hiç hesap vermeyecek gibi ve cennete iman etmemiş gibi...







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğütler XXIX

  Sevgili oğlum, Henüz küçücükken sen, her şeyini ben yapayım isterdim. Seni kimseye bırakmayayım, her halini ben göreyim, ben hep yanında olayım... Ben koruyayım, ben kollayayım... Ben yeteyim, ben yetişeyim, ben yetiştireyim… Sana dair hiçbir anı kaçırmayayım. Düşününce, ‘oyuncağını uyurken bile yanından ayırmak istemeyen çocuk gibi’ belki. Sonra büyüdüm. Seninle büyüdüm ben de… Ve şimdi kız kardeşin büyüyor. Sen yürümeyi öğrenirken ben bırakmayı, sen konuşmayı öğrenirken ben susmayı, sen kendini bulurken ben yavaşça seni serbest bırakmayı öğrendim. Ve şimdi; ‘ben olmasam da yanınızda güzel insanlar olsun’ yanınızda istiyorum. Ben yanınızda olmasam da güvende olun. Ben kimim ki? Bazen ben yanınızda olsam bile koruyamam ki... Sevgili oğlum, çiçek kızım, Ben toprak olsam, siz güzel çiçeklerim; zamanla havaya, ışığa, gökyüzüne yöneleceksiniz. Topraktan bağımsız büyüyeceksiniz, yalnızca kökünüz kalacak bende. Ben bir koza olsam, siz mucize bir tırtıl; benden çıkıp kanatlanıp u...

Bahçemde Çiçekler Açtı

  Bahçemde çiçekler açtı, yüreğime bahar geldi. İçim renklendi, gönlüm şenlendi. Gözlerim yeşerdi, kalbim tazelendi. Yumuşadım, anladım, öğrendim. Büyütmedim büyüdüm. Benim istediğim zaman benim istediğim şekilde açmadı. Rabbimin istediği zaman, Rabbimin istediği şekilde, onun istediği renkte, onun istediği şekilde… Bahçemde iki çiçek açtı. Yerini sevdi mi? Işığı iyi mi? Toprağı ne zaman değişecek? Hangi gübre verilecek? Hep tedirgindim… Hassasiyetle sakındım börtüden böcekten. Rüzgârdan korudum, ayazda kalmasın diye ya örttüm ya örtü oldum kimi zaman. Güneşte kalmasın diye ya gölge buldum ya da gölge oldum. Güneşin, ışığın, suyun bile fazlasından sakındım. Nice kez korktum soldurursam diye… Bakımıyla, çapasıyla, budamasıyla yorulduğum da çok oldu. Üstüm başım toprağa bulandı, kirlendi de çoğu zaman. Kimi zaman belimi de büktü, ağrıttı. Kimi zaman kimi dalı, kimi yaprağı ellerime kopuverdi de nasıl içim gitti, zor dayandım.  Bazen çok suladım, bazen susuz bıraktım. Oysaki kend...

Dava Kardeşliği

Yan yana, sırt sırta, omuz omuza, dua duaya... Yürek yüreğe... Sen, ben yok! ‘Biz’ varız ve ‘dava’mız... Ve yol gösteren sevdamız... Biriz, beraberiz! Kardeşiz! Kan bağıyla değilse de gönül bağıyla... Bazen sevinçle, bazen kederle... Bazen umutla, bazen hüsranla... ‘Daha iyisi’, ‘en iyisi’ telaşıyla... Söz verdik! Vicdan rahatlatmaya değil samimiyetle yaşamaya... Sözleştik! Ucundan tutarak değil; adanarak, adayarak... Mevzu derin, menzil uzak, vakit dar, azık az... Vakit dar! Zaman kaçmasın, durduralım. Yıllar geçmesin, yakalayalım. Gülmelerle, eğlenmelerle, hatta sevmelerle oyalanmayalım. Havadan sudan konuşmayalım. Ne kalacak hepsinden geriye? Ne kalır bizden geriye? Seherler uyumak için değil, kalkalım. Gündüzler yetmiyorsa geceleri yaşayalım. Yaşayalım; yaşamaksa en uzununa talip olalım daha çok salih amel için, daha salih ameller biriktirmek için... Ve ölümse de en yiğitçesine, en şehitçesine hem de tereddütsüz talip olalım hiç ölmemek için... Randevu defterimiz hep dolu olsun....