Ana içeriğe atla

Yüzleşme

Fotoğraf açıklaması yok.

“Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Peygamber'inden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah emrini yerine getirinceye kadar bekleyiniz. Allah, fâsıklar topluluğunu doğru yola erdirmez.” Tevbe/24


Bir yanda;
babalarımız, oğullarımız, kardeşlerimiz, eşlerimiz, hısım ve akrabamız, kazandığımız mallar, kesada uğramasından korktuğumuz ticaret, hoşlandığımız meskenler… ; dünyamızın merkezine koyduğumuz, gönlümüzü açtığımız, sevdiğimiz, düşlediğimiz, hedeflediğimiz ne varsa hepsi…
Diğer yanda;
Allah, Peygamberi ve Allah yolunda cihad etmek…
Ve biz Allah’ın tarafını seçiyoruz, adına ‘imân’ deniyor.

“Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” Enfal/2

“Onlar ki, Allah anıldığında kalpleri ürperir.” Hac/35

“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 7172)

Neresindeyiz ki biz bu imânın? Ne zaman imân ettik biz? Ne zaman teslim olduk; Müslümanlardan olduk? Gerçekten o mü’minlerdeniz biz değil mi?

Ve de biz bu hallerimizle yitirilen neslin geride kalan kırıntıları…
Benna’ların, Kutub’ların, Hattab’ların ve onların o kutsal sevdasının sevdalıları bizler…
Devrimler yapacak, destanlar yazacak, yeniden efsane olacak;
olamasa da hiç bitmeyecek bu umutla ve ilk günkü tazeliğinde bir sevdayla şehadet duasında olacak bizler…
Karanlıklara güneş olup doğacak, zemheriler ısıtacak, kıvılcımlar çakıp sevdalar alevleyecek;
gerektiğinde de bu boğulan asra can simidi olacak bizler…
Her zulümde kıyama kalkacak, çağı da ayağa kaldıracak bizler…

O kimseleriz bizler değil mi? O umut biziz?

Bizler… Ezberden mü’minler…

Sahi, en son ne zaman iman etmiş olmanın ağırlığı çöktü üzerimize bir hüzünle?
En son ne zaman kalplerimizde bir ürperti hissettik?
Ne zaman derinden bir korku duyduk yüreğimizde?
Ne zaman gözlerimizin yaşına karıştı içten bir istiğfar, samimi bir tövbe?
Ne zaman günahlarımıza ağlayıp temizlendik?
Ne zaman Allah için kaçtı gözlerimizin uykusu?
Kaç kez uykularımızı bölen bir telaşa şahid oldu ıslanmış bir seccade?
Ne zaman kardeşimiz için de istedik kendimiz için istediğimizi?
Kardeşlerimize açılan hangi bombardıman yüreklerimizi bombaladı?
Hangi yıkım yıktı bizi; hangi katliamla yaralandık?
Kaç kez yetim kalmış bir çocuğun çığlığını hissettik yüreğimizde?
Bir annenin acı feryatları ne zaman içimizi acıttı?
Ve hiçbir şey yapamamamızın, kendi coğrafyamıza bile sahip çıkamamamızın çaresizliği ne zaman yaktı bağrımızı?
En son ne zaman dünyadan ve insanlardan kaçıp, koşup Allah’a sığındık?
Ne zaman duada bulduk dermanı; ne zaman Kur’an’la sakinleşti kalplerimiz?
Okuduğumuz Kur’an ne zaman imanımızı arttırdı, diriltti bizi?
Ve kıldığımız namaz ne zaman alıkoydu kötülüğe dair ne varsa hepsinden?
Verdiğimiz kaç karara kattık hesap gününün hesabını?
Ve daha kaç zaman aldanacağız bu sözde mü’min hayatlarla?

Yine de umuda tutsak hallerimiz; umuda mahkûm…
Yine de umud etmek zorundayız;
umud etmek ve çabalamak, dualamak…

Aklımıza geldikçe avuçlarımızı dualara açacak; alınlarımızı secdelere koyacağız…
Dünyanın omuzlarımıza yüklediği yükü taşımayı öğreneceğiz,
ya da taşıyamadığımızı ve taşımamız da gerekmediğini fark edip, bir silkinip, bir çırpıda atacağız.
Gözlerimizi bürüyen dünya tutkusundan ve vazgeçilmesi gereken diğer her şeyden vazgeçeceğiz.
Bileklerimizdeki dünya kelepçelerini kırıp, ayaklarımızın prangalarını atıp; dört bir yanımızı kuşatmış dünya zindanlarından firar edeceğiz.
Dünyaya dalıp giden insanlardan ve onlarınkilere benzeyen arzulardan uzaklaşacağız;
ne dünyanın malı, ne de refahı boyayabilecek cennet özleminde olan gözlerimizi…
Çağa ve de insanlara rağmen ‘garip kalmış hayat’lara talip olmayı kalplerimize öğreteceğiz.
Hiçbir şey ama hiçbir şey Allah’tan ve Allah’ın peygamberinden daha sevimli gelmeyecek bize.
Vicdanlarımızı yeniden dirilteceğiz ve içimizin basit kavgalarından, gelgitlerinden kurtulacağız.
Her şeyden sonra, iman etmiş olmanın ağırlığını yüreğimizde taşıyor olacağız, her gittiğimiz yere götüreceğiz ve ürperebilecek kalplerimiz…
‘Rabbine iman etmiş birkaç genç yiğit’ten biri olacağız ve artacak hidayetimiz.
İçten, tam, kusursuz bir teslimiyetle; Allah’tan başkası karşısında eğilmeyecek başlarla ve rükûdan başkasında bükülmeyecek bellerle mü’min olacak
ve o ‘bizler’den olmayı hak edeceğiz…
Devrimler, destanlar, efsaneler bizi bekleyecek;
Benna’ların, Kutub’ların, Hattab’ların sevdaları bitmeyecek;
tükenmeyecek şehadet duaları, kıyamlar, dirilişler…
Ve gün gelecek arşın gölgesine koşacağız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğütler XXIX

  Sevgili oğlum, Henüz küçücükken sen, her şeyini ben yapayım isterdim. Seni kimseye bırakmayayım, her halini ben göreyim, ben hep yanında olayım... Ben koruyayım, ben kollayayım... Ben yeteyim, ben yetişeyim, ben yetiştireyim… Sana dair hiçbir anı kaçırmayayım. Düşününce, ‘oyuncağını uyurken bile yanından ayırmak istemeyen çocuk gibi’ belki. Sonra büyüdüm. Seninle büyüdüm ben de… Ve şimdi kız kardeşin büyüyor. Sen yürümeyi öğrenirken ben bırakmayı, sen konuşmayı öğrenirken ben susmayı, sen kendini bulurken ben yavaşça seni serbest bırakmayı öğrendim. Ve şimdi; ‘ben olmasam da yanınızda güzel insanlar olsun’ yanınızda istiyorum. Ben yanınızda olmasam da güvende olun. Ben kimim ki? Bazen ben yanınızda olsam bile koruyamam ki... Sevgili oğlum, çiçek kızım, Ben toprak olsam, siz güzel çiçeklerim; zamanla havaya, ışığa, gökyüzüne yöneleceksiniz. Topraktan bağımsız büyüyeceksiniz, yalnızca kökünüz kalacak bende. Ben bir koza olsam, siz mucize bir tırtıl; benden çıkıp kanatlanıp u...

Bahçemde Çiçekler Açtı

  Bahçemde çiçekler açtı, yüreğime bahar geldi. İçim renklendi, gönlüm şenlendi. Gözlerim yeşerdi, kalbim tazelendi. Yumuşadım, anladım, öğrendim. Büyütmedim büyüdüm. Benim istediğim zaman benim istediğim şekilde açmadı. Rabbimin istediği zaman, Rabbimin istediği şekilde, onun istediği renkte, onun istediği şekilde… Bahçemde iki çiçek açtı. Yerini sevdi mi? Işığı iyi mi? Toprağı ne zaman değişecek? Hangi gübre verilecek? Hep tedirgindim… Hassasiyetle sakındım börtüden böcekten. Rüzgârdan korudum, ayazda kalmasın diye ya örttüm ya örtü oldum kimi zaman. Güneşte kalmasın diye ya gölge buldum ya da gölge oldum. Güneşin, ışığın, suyun bile fazlasından sakındım. Nice kez korktum soldurursam diye… Bakımıyla, çapasıyla, budamasıyla yorulduğum da çok oldu. Üstüm başım toprağa bulandı, kirlendi de çoğu zaman. Kimi zaman belimi de büktü, ağrıttı. Kimi zaman kimi dalı, kimi yaprağı ellerime kopuverdi de nasıl içim gitti, zor dayandım.  Bazen çok suladım, bazen susuz bıraktım. Oysaki kend...

Dava Kardeşliği

Yan yana, sırt sırta, omuz omuza, dua duaya... Yürek yüreğe... Sen, ben yok! ‘Biz’ varız ve ‘dava’mız... Ve yol gösteren sevdamız... Biriz, beraberiz! Kardeşiz! Kan bağıyla değilse de gönül bağıyla... Bazen sevinçle, bazen kederle... Bazen umutla, bazen hüsranla... ‘Daha iyisi’, ‘en iyisi’ telaşıyla... Söz verdik! Vicdan rahatlatmaya değil samimiyetle yaşamaya... Sözleştik! Ucundan tutarak değil; adanarak, adayarak... Mevzu derin, menzil uzak, vakit dar, azık az... Vakit dar! Zaman kaçmasın, durduralım. Yıllar geçmesin, yakalayalım. Gülmelerle, eğlenmelerle, hatta sevmelerle oyalanmayalım. Havadan sudan konuşmayalım. Ne kalacak hepsinden geriye? Ne kalır bizden geriye? Seherler uyumak için değil, kalkalım. Gündüzler yetmiyorsa geceleri yaşayalım. Yaşayalım; yaşamaksa en uzununa talip olalım daha çok salih amel için, daha salih ameller biriktirmek için... Ve ölümse de en yiğitçesine, en şehitçesine hem de tereddütsüz talip olalım hiç ölmemek için... Randevu defterimiz hep dolu olsun....