
“Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Peygamber'inden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah emrini yerine getirinceye kadar bekleyiniz. Allah, fâsıklar topluluğunu doğru yola erdirmez.” Tevbe/24
Bir yanda;
babalarımız, oğullarımız, kardeşlerimiz, eşlerimiz, hısım ve akrabamız, kazandığımız mallar, kesada uğramasından korktuğumuz ticaret, hoşlandığımız meskenler… ; dünyamızın merkezine koyduğumuz, gönlümüzü açtığımız, sevdiğimiz, düşlediğimiz, hedeflediğimiz ne varsa hepsi…
Diğer yanda;
Allah, Peygamberi ve Allah yolunda cihad etmek…
Ve biz Allah’ın tarafını seçiyoruz, adına ‘imân’ deniyor.
“Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” Enfal/2
“Onlar ki, Allah anıldığında kalpleri ürperir.” Hac/35
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 7172)
Neresindeyiz ki biz bu imânın? Ne zaman imân ettik biz? Ne zaman teslim olduk; Müslümanlardan olduk? Gerçekten o mü’minlerdeniz biz değil mi?
Ve de biz bu hallerimizle yitirilen neslin geride kalan kırıntıları…
Benna’ların, Kutub’ların, Hattab’ların ve onların o kutsal sevdasının sevdalıları bizler…
Devrimler yapacak, destanlar yazacak, yeniden efsane olacak;
olamasa da hiç bitmeyecek bu umutla ve ilk günkü tazeliğinde bir sevdayla şehadet duasında olacak bizler…
Karanlıklara güneş olup doğacak, zemheriler ısıtacak, kıvılcımlar çakıp sevdalar alevleyecek;
gerektiğinde de bu boğulan asra can simidi olacak bizler…
Her zulümde kıyama kalkacak, çağı da ayağa kaldıracak bizler…
O kimseleriz bizler değil mi? O umut biziz?
Bizler… Ezberden mü’minler…
Sahi, en son ne zaman iman etmiş olmanın ağırlığı çöktü üzerimize bir hüzünle?
En son ne zaman kalplerimizde bir ürperti hissettik?
Ne zaman derinden bir korku duyduk yüreğimizde?
Ne zaman gözlerimizin yaşına karıştı içten bir istiğfar, samimi bir tövbe?
Ne zaman günahlarımıza ağlayıp temizlendik?
Ne zaman Allah için kaçtı gözlerimizin uykusu?
Kaç kez uykularımızı bölen bir telaşa şahid oldu ıslanmış bir seccade?
Ne zaman kardeşimiz için de istedik kendimiz için istediğimizi?
Kardeşlerimize açılan hangi bombardıman yüreklerimizi bombaladı?
Hangi yıkım yıktı bizi; hangi katliamla yaralandık?
Kaç kez yetim kalmış bir çocuğun çığlığını hissettik yüreğimizde?
Bir annenin acı feryatları ne zaman içimizi acıttı?
Ve hiçbir şey yapamamamızın, kendi coğrafyamıza bile sahip çıkamamamızın çaresizliği ne zaman yaktı bağrımızı?
En son ne zaman dünyadan ve insanlardan kaçıp, koşup Allah’a sığındık?
Ne zaman duada bulduk dermanı; ne zaman Kur’an’la sakinleşti kalplerimiz?
Okuduğumuz Kur’an ne zaman imanımızı arttırdı, diriltti bizi?
Ve kıldığımız namaz ne zaman alıkoydu kötülüğe dair ne varsa hepsinden?
Verdiğimiz kaç karara kattık hesap gününün hesabını?
Ve daha kaç zaman aldanacağız bu sözde mü’min hayatlarla?
Yine de umuda tutsak hallerimiz; umuda mahkûm…
Yine de umud etmek zorundayız;
umud etmek ve çabalamak, dualamak…
Aklımıza geldikçe avuçlarımızı dualara açacak; alınlarımızı secdelere koyacağız…
Dünyanın omuzlarımıza yüklediği yükü taşımayı öğreneceğiz,
ya da taşıyamadığımızı ve taşımamız da gerekmediğini fark edip, bir silkinip, bir çırpıda atacağız.
Gözlerimizi bürüyen dünya tutkusundan ve vazgeçilmesi gereken diğer her şeyden vazgeçeceğiz.
Bileklerimizdeki dünya kelepçelerini kırıp, ayaklarımızın prangalarını atıp; dört bir yanımızı kuşatmış dünya zindanlarından firar edeceğiz.
Dünyaya dalıp giden insanlardan ve onlarınkilere benzeyen arzulardan uzaklaşacağız;
ne dünyanın malı, ne de refahı boyayabilecek cennet özleminde olan gözlerimizi…
Çağa ve de insanlara rağmen ‘garip kalmış hayat’lara talip olmayı kalplerimize öğreteceğiz.
Hiçbir şey ama hiçbir şey Allah’tan ve Allah’ın peygamberinden daha sevimli gelmeyecek bize.
Vicdanlarımızı yeniden dirilteceğiz ve içimizin basit kavgalarından, gelgitlerinden kurtulacağız.
Her şeyden sonra, iman etmiş olmanın ağırlığını yüreğimizde taşıyor olacağız, her gittiğimiz yere götüreceğiz ve ürperebilecek kalplerimiz…
‘Rabbine iman etmiş birkaç genç yiğit’ten biri olacağız ve artacak hidayetimiz.
İçten, tam, kusursuz bir teslimiyetle; Allah’tan başkası karşısında eğilmeyecek başlarla ve rükûdan başkasında bükülmeyecek bellerle mü’min olacak
ve o ‘bizler’den olmayı hak edeceğiz…
Devrimler, destanlar, efsaneler bizi bekleyecek;
Benna’ların, Kutub’ların, Hattab’ların sevdaları bitmeyecek;
tükenmeyecek şehadet duaları, kıyamlar, dirilişler…
Ve gün gelecek arşın gölgesine koşacağız.
Yorumlar
Yorum Gönder