Ana içeriğe atla

“ODTÜ Yıkılsın, yerine ÜNİVERSİTE yapılsın!”

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, kalabalık ve yazı



“ODTÜ Yıkılsın, yerine ÜNİVERSİTE yapılsın!”


Üniversite… Nasıl bir üniversite mesela? 

Özgürlüğün, serbestliğin rehavetiyle mücadelenin unutulduğu hatta belki hiç bilinmediği, yaşanmadığı üniversitelerden mi? 
Ders seçimlerinde kıstasın hiç namaz saati, mescide uzaklık olmadığı bir üniversite mi? Yetişemeyeceğini anlayınca uygun gördüğü ilk yerde “Yeryüzü mesciddir; Allahu ekber!” deyip kıyama duran öğrencilerin hiç olmadığı bir üniversite mi?
Ders aralarında koşa koşa mescide gitmek nedir hiç bilmemiş; mescidlerinin kıymeti hatta bazen varlığı bilinmeyen bir üniversite mi?
Derste namaza çıkmak için kapıya yakın bir yere hiç oturulmamış bir üniversite mi? Ya da ‘arkadaşlarla nöbetleşe namaza çıkmak’ nedir bilinmemiş bir üniversite mi?
Sayısının azlığından ‘temsil’ hükmünde görüldüğünün bilincinde olan başörtülüleri olmayan bir üniversite mi?
En ufak bir dini konu geçince ‘uzman ilahiyatçı’ kimliği giydirildiği için her daim hazır-nazır, donanımlı olma yükümlülüğü hisseden ‘sınıfın tek başörtülüleri’nin olmadığı bir üniversite mi?
Ders aralarında yolu tutulan karışık ortamlı kantinlerin olduğu ve de müslüman öğrenciler tarafından dolduğu üniversitelerden mi?

ODTÜ’yü yıkıp yerine ÜNİVERSİTE mi yapalım?

Peki, ODTÜ yıkılırsa enkazında kim kalır?

‘Orta Doğu’ denilince aklına Filistin, Suriye, Mısır, Afganistan, Pakistan gelenler…
ODTÜ’ye Filistin’den, Suriye’den, Mısır’dan, Afganistan’dan, Pakistan’dan gelenler…
Filistin’den, Suriye’den, Mısır’dan, Afganistan’dan, Pakistan’dan gelenleri Kur’an’dan kardeş bilenler…
Toplanan onlarca dilekçeyle, imzayla hakkını vererek açtırılan mescidler ve o mescidlerin kardeşlikleri; mescid kardeşlikleri…
“Mescidimizin şükrüdür” denilip mescidde düzenlenen okuma programları, etkinlikler… Çimlerde Kur’an okumayı, namaz kılmayı da ‘zekat’ bilenler…
Öğle vakti, ikindi vakti ders arasında kılması gereken namaz için dolup taşan mescidde abdest sırasında bekleyen öğrenciler…
Öğrenciler tarafından okunacak ezanla, öğrenciler tarafından kıldırılacak namazın cemaatine yetişmek için hızlanan adımlar…
Uygun abdest alma yeri olmadığında soğuk da olsa kar-kış da olsa dışarıda bir şişe suyla abdest alabilen öğrenciler…
Ezberlediği derslik-mescid-kütüphane arası yollarda başını yerden kaldırmadan önce iki kez düşünen müslüman erkekler...
Namazlarda “İzâ câe nasrullâhi velfeth”i bir başka okuyanlar; “İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ”lar dualayanlar…
En ufak bir mescid tadilatı için rektörlükten müdürlüklere bıkmadan memur memur gezmeyi de ibadet bilen öğrenciler…
Buluşma mekânlarını mescid bilen; boş vakitlerinde kantinlerde, kafelerde değil de mescidlerde, camiide vakit geçiren öğrenciler…
Devrim’i islâm, en büyük devrimciyi de peygamber bilenler…
Yılbaşı denince, bahar şenlikleri denince kampüsten ‘hicret edecek’ yer arayan öğrenciler…
“Mülk Allah’ındır; ODTÜ de Allah’ın mülkü!” deyip, kampüsün her bir karışını müslümanca sahiplenen öğrenciler…
Başörtülü öğrenci görünce tebessüm eden kantinciler;
“Siz mücadele ediyorsunuz, size iyi bakmamız lazım” deyip yemeği bir kepçe fazla veren yemekhane görevlileri;
“Ben sizi böyle koridorlarda görünce çok gururlanıyorum, maşallah!”larla dualar eden fotokopiciler;
“Eskiden kampüse bile giremezdi başörtülüler”le gözleri dolu dolu anlatan ring şoförleri, dolmuş şoförleri…
Bazen oturup kampüsün kedileriyle, köpekleriyle dertleşen,
Önüne çıkan karıncalara “Selam aleyk!” demeden, Allah’ın yarattığı bildiği böceklerle konuşmadan, selamlaşmadan geçmeyen;
Kampüste gördüğü her çiçekte O’nu gören, her papatyayı Allah’tan bilip şükreden tesettürlüler…

Gerçekten ODTÜ yıkılıp yerine ÜNİVERSİTE mi yapılsın?

“Onlar bizim öğretmenimiz değil!” diyen Ömer Muhtar’a selâm ile…
Taif’te, taşlanmışken hem de, “Belki içlerinden birileri iman eder; belki nesillerinden Allah’a kulluk eden biri çıkar!” diyen peygambere selâm ile...
Öğretmenini o peygamber bilip, yıkmaya değil yapmaya çabalayanlara; hal ve hareketleriyle mü'min kimliğinin bilincinde olanlara selâm ile…

“Yoğurdu bizleri sabırla çile,
sonunda gülleri derilir bir gün
Verirsek el ele; gönül gönüle
dönmez zulmün çarkı, kırılır bir gün…
...
Bir kutlu seherde kalkıp ezanla,
düştük yola, sabır denen kervanla
Tarihe mâl olan şanlı destanla,
selâmet yurduna varılır bir gün…”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğütler XXIX

  Sevgili oğlum, Henüz küçücükken sen, her şeyini ben yapayım isterdim. Seni kimseye bırakmayayım, her halini ben göreyim, ben hep yanında olayım... Ben koruyayım, ben kollayayım... Ben yeteyim, ben yetişeyim, ben yetiştireyim… Sana dair hiçbir anı kaçırmayayım. Düşününce, ‘oyuncağını uyurken bile yanından ayırmak istemeyen çocuk gibi’ belki. Sonra büyüdüm. Seninle büyüdüm ben de… Ve şimdi kız kardeşin büyüyor. Sen yürümeyi öğrenirken ben bırakmayı, sen konuşmayı öğrenirken ben susmayı, sen kendini bulurken ben yavaşça seni serbest bırakmayı öğrendim. Ve şimdi; ‘ben olmasam da yanınızda güzel insanlar olsun’ yanınızda istiyorum. Ben yanınızda olmasam da güvende olun. Ben kimim ki? Bazen ben yanınızda olsam bile koruyamam ki... Sevgili oğlum, çiçek kızım, Ben toprak olsam, siz güzel çiçeklerim; zamanla havaya, ışığa, gökyüzüne yöneleceksiniz. Topraktan bağımsız büyüyeceksiniz, yalnızca kökünüz kalacak bende. Ben bir koza olsam, siz mucize bir tırtıl; benden çıkıp kanatlanıp u...

Bahçemde Çiçekler Açtı

  Bahçemde çiçekler açtı, yüreğime bahar geldi. İçim renklendi, gönlüm şenlendi. Gözlerim yeşerdi, kalbim tazelendi. Yumuşadım, anladım, öğrendim. Büyütmedim büyüdüm. Benim istediğim zaman benim istediğim şekilde açmadı. Rabbimin istediği zaman, Rabbimin istediği şekilde, onun istediği renkte, onun istediği şekilde… Bahçemde iki çiçek açtı. Yerini sevdi mi? Işığı iyi mi? Toprağı ne zaman değişecek? Hangi gübre verilecek? Hep tedirgindim… Hassasiyetle sakındım börtüden böcekten. Rüzgârdan korudum, ayazda kalmasın diye ya örttüm ya örtü oldum kimi zaman. Güneşte kalmasın diye ya gölge buldum ya da gölge oldum. Güneşin, ışığın, suyun bile fazlasından sakındım. Nice kez korktum soldurursam diye… Bakımıyla, çapasıyla, budamasıyla yorulduğum da çok oldu. Üstüm başım toprağa bulandı, kirlendi de çoğu zaman. Kimi zaman belimi de büktü, ağrıttı. Kimi zaman kimi dalı, kimi yaprağı ellerime kopuverdi de nasıl içim gitti, zor dayandım.  Bazen çok suladım, bazen susuz bıraktım. Oysaki kend...

Dava Kardeşliği

Yan yana, sırt sırta, omuz omuza, dua duaya... Yürek yüreğe... Sen, ben yok! ‘Biz’ varız ve ‘dava’mız... Ve yol gösteren sevdamız... Biriz, beraberiz! Kardeşiz! Kan bağıyla değilse de gönül bağıyla... Bazen sevinçle, bazen kederle... Bazen umutla, bazen hüsranla... ‘Daha iyisi’, ‘en iyisi’ telaşıyla... Söz verdik! Vicdan rahatlatmaya değil samimiyetle yaşamaya... Sözleştik! Ucundan tutarak değil; adanarak, adayarak... Mevzu derin, menzil uzak, vakit dar, azık az... Vakit dar! Zaman kaçmasın, durduralım. Yıllar geçmesin, yakalayalım. Gülmelerle, eğlenmelerle, hatta sevmelerle oyalanmayalım. Havadan sudan konuşmayalım. Ne kalacak hepsinden geriye? Ne kalır bizden geriye? Seherler uyumak için değil, kalkalım. Gündüzler yetmiyorsa geceleri yaşayalım. Yaşayalım; yaşamaksa en uzununa talip olalım daha çok salih amel için, daha salih ameller biriktirmek için... Ve ölümse de en yiğitçesine, en şehitçesine hem de tereddütsüz talip olalım hiç ölmemek için... Randevu defterimiz hep dolu olsun....